Diğer
21 Ağustos 2024
Eskiden (2017 öncesi) Cumhurbaşkanı, Başbakan, bakanlar ve milletvekilleri gibi doğrudan siyasi kimliği olan "seçilmişler"le, onların atadığı müsteşar, müsteşar yardımcısı, genel müdür, kurum başkanları, yönetim kurulu üyeleri, valiler, büyükelçiler, başdanışmanlar, müşavirler gibi "atanmışlar" arasında çok daha net bir çizgi vardı.
Atanmışlar, en üst düzey bürokratik konumlarda da olsalar ve seçilmiş siyasilerle çok yakın da çalışsalar, kendilerini üst düzey "memur" olarak görürlerdi ve kendilerini siyasi bir pozisyonda gibi algılamayıp, devletin üst düzey memuru gibi görürlerdi.
Bunun doğal bir sonucu olarak da bu üst düzey atanmışlar kamuoyuna siyasi boyuta çekilebilecek mesajlar vermekten özellikle kaçınırlardı.
Hatta cumhurbaşkanı, başbakan veya bakan ile doğrudan birlikte çalışan başdanışmanlar veya müşavirlerin ya da kurum başkanları ve büyükelçilerin anamuhalefet partilerinden de olsa siyasilerle polemiğe girmesi söz konusu bile olmazdı.
Hele de iktidar partisinin üst düzeyi tarafından atanmış bir bürokratın, iktidar partisinin aktif veya pasif siyasilerine kamuoyu önünde "posta koyması" düşünülemezdi bile.
Ne var ki 2017'deki Anayasa değişikliği sonrası Başkanlık sistemine geçilince bu konudaki klasik ve yerleşik teamüller de birbiri ardınca delinmeye başlandı.
Cumhurbaşkanlığında görev yapan bir başdanışmanın iktidar partisinin bazı eski ve aktif siyasileri ile kamuoyu önünde polemiğe girmesi ve zaman zaman Cumhurbaşkanlığını temsil ediyor ya da Cumhurbaşkanlığı adına konuşuyor gibi bir tarzla yeni Başkanlık sistemi hakkında siyasi boyutları da soyutlanamayacak şekilde hukuksal "fetvalar" vermeye çalışması bu konudaki en dikkat çeken örneklerden.
Bahsi geçen başdanışmanın iktidar cenahından birçok isim tarafından bile "siyasilere parmak sallamakla" suçlanması da gözlerden kaçmadı.
Aynı şekilde, "atanmış" bir üst kurul başkanının son yerel seçimler öncesinde anamuhalefet partisinin Başkent büyükşehir belediye başkan adayına karşı haddini aşan bir uslupla polemiğe girmeye çalışması (her ne kadar bahsi geçen aday doğru bir yaklaşımla kendisini muhatap almadıysa da) başka bir örnek.
Bir büyükelçinin o ülkeyi ziyaret eden anamuhalefet partisi liderini karşılamaması üzerine çıkan tartışmada takındığı tavır da herhalde bürokratik teamüllere uygun değildi.
Ne var ki bu olayın hemen akabinde söz konusu büyükelçinin, bizden başka kimsenin tanımadığı o ülkenin büyükelçiliğinden alınıp Avrupa'da başka bir ülkenin büyükelçiliğine atanmasının "terfi" mahiyetinde mi, yoksa "kulağı çekme" mahiyetinde mi olduğunu sanırım kimse anlamadı!
Sanki Cumhurbaşkanlığı tarafından doğrudan atanan ve Cumhurbaşkanının doğrudan güvenine mazhar olduğu bilinen........