Lizbon depremi, bilmek, yapabilmek, kader

Diğer

16 Nisan 2024

İnsanlar en eskilerden beri bu Dünya'nın nasıl işlediğini anlamaya çalışmışlar. Hayatta kalmak, daha iyi yaşayabilmek, doğadan yararlanmak, afetlerden korunabilmek, toplum içinde verimli işbirliği, insanların başka insanlardan korunabilmeleri veya başkalarına hükmetmelerini sağlamak için dünyayı gözlemek, öğrenmeye, hatırlamaya, anlamaya, paylaşmaya veya gizlemeye çalışmak olmazsa olmaz bir ihtiyaç. İnsan iradesinin, bilgisinin, eyleminin, etkisinin sınırlarıyla karşılaştıkça bu sınırların nerede olduğu, aşılıp aşılamayacağı, bir İlahî Gücün her şeyi, an be an tüm ayrıntılarıyla belirleyip belirlemediği sorularını sormuşlar. Dünya deneyimiyle bazı olayların ve eylemlerin belli süreçlerle sonuçlara götürdüğünü yani nedensellik kavramını öğrenmişler ve bu tür bilgileri kullanarak yaşayabilmişler. Neden-sonuç bilgisine ulaşamadıkları veya insanların etkileyemediği çok geniş alanlarda kader fikri de hakim olmuş. Başka insanlara karşı sorumluluklar – ahlâk konusu da kaderle içiçe geçmiş doğal olarak: herşey İlahi İrade tarafından önceden yazılı kader ise insanların ahlâkî sorumlulukları yok mudur? Tanrı bu Dünya'da insanların iyiliğini istiyorsa, insana bu Dünyanın işlerini Dünya tecrübesinden öğrenme yeteneğiyle, akılla yapmaya imkân vermez mi? Akıl mı nakil mi tartışması din bağlamında tartışıldığı gibi, bir İlâhi İrade'ye iman etmeden de kendiliğinden ortada olan bir soru: Dünya işlerini hangi tür bilgiye göre yapmalı? Sağduyunun cevabı, eylemlerimizi, kendi sınırlı tecrübelerimize, daha çok da insanlığın çok kez deneyip doğruladığı, kanıtladığı, yanlışlanmamış bilgiye dayandırmak. Bu yol, bilgi edinmenin güçlükleri, dünyanın karmaşıklığı, insanların çıkarları, yanılgı ve yalanları ile kolay olmayan, hep eksik kalan, bitmeyen bir yol. Ancak Dünya bilgisini Dünya'dan öğrenmekten başka esenlikli bir yol yok. Bu anlamda akıl ve sağduyu, "bilim" ve "bilimsellik" değil, ondan daha geniş, daha herkese açık bir alan.

Peki bilim ne getirdi? Kopernik, Galileo, Kepler, Newton ve başka aktörlerle modern bilimden ilerdeki yazılarda söz etmeğe çalışacağım. Bu yazıda Newton'un bulduğu en önemli sonuçlara - gezegenlerin hareketinin hesaplanabilir şekilde anlaşılmasına ve bunun etkilerine değinelim.

Newton 1687de Philosophiæ Naturalis Principia Mathematica eserinde hareket denklemlerini ve ayrıca evrensel kütle çekimi yasasını yayımlamıştı. Bu büyük sonuca Galileo'nun fizik deneylerini, Kepler'in gezegenlerin tam nasıl hareket ettiklerini gözlemlerden çıkaran üç yasasını ve kendi icat ettiği türev hesabını kullanarak ulaşmıştı. Newton'un eserinin temelinde 1. Deney ve gözlemlerden başlamak, 2. Yeryüzünde ve göklerde gözlenen hareketlerin aynı yasalarla açıklanacağı fikri, 3. Hesaplanabilir matematik ifadeler vardı. Böylece nesnelerin şimdiki konum ve hızlarından ilerde herhangi bir zamanda nerede olacakları öngörülebiliyordu. Hareket yasalarının yeryüzündeki uygulamalarıyla da top mermilerinden makinalara kadar öngörü ve tasarıma sistematik bir imkân ve temel sağladı.

Düşünce için en önemli olan sonuçsa nedenselliğin hesaplanabilir matematik denklemlerle kestirilebilmesi idi. Bu hep böyle gözlendikçe, doğrulandıkça, "dünyaya hükmeden bir İlâhî Güç varsa ancak Doğa Yasalarını ortaya koymuştur, ondan sonra olup bitene müdahale etmemektedir" anlayışı yaygınlaştı. Bu durum insanın dünya işleri için (potansiyel olarak) bilgi, öngörü, etki ve sorumluluk alanlarını açtı.

Daha karmaşık, henüz anlaşılmamış, ya da ancak sınırlı öngörülerde bulunulabilen alanlarda da dünyanın doğa yasalarına göre işlediği fikri yeni örneklerle desteklendi. Cansız doğada kayalar, denizler, yıldızlar, gök cisimleri - toprak ve........

© T24