Quo vadis?

Diğer

05 Aralık 2023

"Nereye gidiyorsun?" Bu soru efsanevi bir hikâyeden alınmış bir sorudur. Henry Sienkiewicz 1896 yılında kaotik bir dünyaya girilmekteyken bu hikâyeyi Gazeta Polska'da tefrika olarak yayınladı. Soru, Roma'dan kaçan Petrus'un yerine İsa'nin yeniden çarmıha gerilmek üzere geri gelmesinin ve ışık huzmesinde kendisini kaçan Petrus'a göstermesiyle sorulan sorudur. Aynı zamanda 1951 yılında yapılan Hollywood filmlerinden birinin de adıdır (Mervyn Le Roy ile Anhony Mann'un yapımında).

Neron zamanı Roma'nın vahşetine ait olarak ele alınan bu hikâye bizim kaotik dünyamızın acımasızlığına da dokunmakta değil midir? "Nereye gidiyorsun?" sorusu bugün bize de sorulmakta değil mi? Veya biz kendi kendimize uzun zamandan beri bu soruyu sorup duruyoruz ve cevabını vermekte zorlanıyoruz.

Neo-liberal ekonominin 1970'li yıllarda Şikago Ekonomi Okulu'nun (Milton Friedman) içinden geçen bireysel özgürlük teorisinden itibaren başlayan küresel dünyanın vaziyetine baktığımızda, bu dünyanın şehir merkezli merkezi yapısının bugün bu şehirlere yaramadığını öncelikle fark etmemek mümkün değil. İkincisi şehirler arasında var olan kültürel farklara rağmen, yeme içme modellerinin birbirlerine benzeyen dünya zincirleri tarafından yatay bir şekilde toplumları ve cemaatleri kat ettiğini görmekteyiz. Şehirler arasındaki mekân ve bina farklarının asgariye inmeye başladığı bir dönemin "çılgınlığını" yaşamaktayız. Her yerde sıkıntılı bir hayatın içinde en çok duymaya başladığımız laflardan birisinin "sıkıntı yok" olmuş olması tesadüf müdür?

1970'lerin ortalarında ortaya çıkan yeni bir politik ekonominin içinden geçmeye başlayan dünyamız bugüne kadar geldi. Tıkanma noktasında olduğumuzu hepimiz görmekteyiz; çünkü bu yıllarda kurulan Devlet aklı bugün sonuna gelmiş vaziyette. Her kafadan bir başka ses çıkmakta. Bu seslerin ortak noktası rasyonel olmayan bir akla bağlı görüşlerin hakimiyet kazanmaya başlamasıdır. Acımasızca yürüyen toplumsal akıl tutulmuş durumda. Bir zamanlar Frankfurt Okulu düşünürlerinin bu akıl tutulmasını İkinci Dünya Savaşı'nın gayri-rasyonel yapısında gördükleri gibi bir döneme girmekteyiz. Hikmet-i hükümet devletin sınırlarının içindeki rasyonellik üzerine kurulu devletçi bir politikayı devletin bekasıyla birleştirmekteydi. Sınırlar üzerine kurulu ve siyasi merkezciliğin hâkim olduğu bir yapılanma arkada bırakılarak "piyasa" adındaki yeni bir düzenin merkezi hali ön plana alındı.

Böylece, neo-liberalizm "bireysel özgürlüğü" merkeze alarak (anarko-liberalizm) çıkararak peşinden bakan ve denetleyen Devlet yerine, bireyi piyasa ve........

© T24