Diğer
06 Kasım 2024
4 Kasım 1995 yılında Deleuze’ün öldüğü gün İstanbul’daydım. Mesut Tufan Paris’ten aradı ve bana pencereden atlayarak intihar ettiği haberini verdi telefonla. O zamanlar internet pek kullanılmıyordu bugünkü gibi. İçime bir tuhaflık çökmüştü. Yakın ve düşüncesine hayran olduğum, Türkçeye bazı kavramları birlikte çevirdiğim Gilles Deleuze’ün olmadığı bir zamanı düşünememiştim. Birdenbire artık yoktu ve düşüncelerini yeni olmakta olanlar üzerine söylemeyecekti.
Hatıralarım geri gelmeye başladı: 1986-87 yıllarında onun Clichy yakınlarındaki arka sokakta evinin alt katındaki bürosunda, onunla birlikte kavramlarını düşünmekteydik. Rizom’dan Türkçeye köksap daha kolaydı; ama Fransızcada bile o yıllarda mevcut olmayan “déterritorialisation” için epeyi düşünmüştük. O, bana göçebe çadırından ve hayvanların topraktaki yerlerinden söz etmekteydi. Toprak değildi bu; ama yerdi. Toprağın veya otların olduğun yerdi. Üzerine göçebeler çadır kurmakta değiller miydi? Yani yurtlarını kuruyorlardı. Kışlaklar ve yaylalar arasında mevsimsel göçebeler aslında yer değiştirerek yerlerini hiç terk etmeyenlerdi. Göçmenlerle olan büyük fark da buradan gelmekteydi. Göçmen ve “misafir işçi” olarak adlandırılan sonra da gittikleri ülkelere yerleşen işçiler göçmendiler. Göçebeler ise “kımıldamayanlardı”. O bakımdan “göçebe düşünce” olduğu yerden kımıldamayan ama düşüncede seyahat edenlerdi.
Kavramlar için Deleuze dedim; ama daha doğrusu Félix Guattari ile birlikte önerdikleri kavramları bulmaktaydık birlikte. 1992’de tam da İstanbul’a davet ettiğim Félix kalp krizi sonucunda vefat etmişti. O Türkiye’ye İstanbul’a gelecekken gelememişti.
Deleuze ise Türkiye’yi görsel olarak Yılmaz Güney’in filmlerinden biliyordu. Hiç gitmemişti. Ama Güney Doğu’nun dağlarının güzelliğini bilmekteydi sinema imajlarından. Zaten büyük bir sinema dostuydu. Filmler üzerine olan felsefe kitaplarında aklından yazdığı söylenirdi sekansları filmlerin. Bir sinema hayranı iyi filmlere........