Diğer
19 Ağustos 2024
Bir ikon olarak kabul edilen, “Fransa’nın kutsal abidesi” olarak adlandırılan bir isim: Efsanevi rolleriyle Alain Delon. Geçen yüzyılda, 1957’de başlayan 1960’ta ışıklanan kariyeriyle, 21. yüzyılın başında hala etkisini sürdüren bir efsane olarak gözlerimizin önünde artık sadece imgesi durmakta. Bu efsane çelişkilerle dolu bir hayatı yaşadı.
Daha dört yaşındayken annesi ve babası boşandığında, hapishane gardiyanı bir üvey baba ile Fresnes Hapishanesi’ndeki diğer gardiyanların çocuklarıyla oynayarak büyüdü. Dokuz yaşındayken Nazi işgali sırasındaki Vichy hükümetin başkanı Pierre Laval, Mareşal Pétain’in yakın dostu olarak İspanya’ya kaçarken yakalandığında, Alain Delon onun tüfekle infazının şahidi oldu. Acı ve çelişki dolu bir hayata başlangıç elbette. “Hapishane’deki sesleri değil ama imajları” hatırladığını ifade etmişti. Kendi kişiliğini (bir Yunan tanrısı fiziğiyle) bu acıda ve çelişkilerde ve kadınların yardımıyla inşa etti.
Bu çelişkileri, dönemiyle ilişkili olarak kendi hayatına etki etmiştir. Yukarıda bahsettiğim ailevi sebeplerden dolayı okulu bırakıp o zamanki adıyla Hindiçin’e (Vietnam’a) asker olarak giden, orada kendisini çok mutlu hissettiğini ileri süren Delon dönüşünde, zamanını Paris’te kafelerde Pigalle’de, gece hayatının serserileri ve fahişeleri arasında geçiriyor.
Ve ikonlaşma sürecine giren Alain Delon kariyerinin başlarında iyi yönetmenlerin filmlerinde oynamıştı. René Clement ile başlayan çizgisi, İtalyan Yeni Gerçekçiliğinin usta isimlerinden Luchino Visconti ile devam ediyor. Bu macera Rocco ve Kardeşleri filmiyle beyaz perdenin ışığına takılmıştı. Daha sonra Henri Verneuil’ün filmlerinde “Sicilyalılar Çetesi” (hayranı olduğu Jean Gabin ile birlikte) ile dikkat çeken bir filmin kahramanı oldu.
Fransız sosyolog Edgar Morin “Yıldızlar” adlı sosyolojik çalışmasında ikonlaşma sürecinin toplumsal alanda nasıl geliştiğini, o yıllarda, bize aktarmıştı. 1910 ile 1960 arasında yükselen bir star sistem ile sonrasında inişe geçen bu sistemin yapısı iki ayrı döneme tekabül etmekte. Sinemanın bir hayal dünyası olarak başlamasıyla ilk çizgi (Méliès'nin Aya Yolculuk'u) ve gerçek dünya arasında kurduğu başka bir çizgi (Lumière Kardeşlerin Fabrikadan Çıkan İşçiler'i) belki de sürecin içinde hep iç içe, yan yana, bazen de karşı karşıya durdu. Star Sistem hayal dünyası üzerinden gelişen bir çizgidir. Modern söylenceler olarak başlayan bu süreç içinde sinema dünyası “yıldızlar geçidi” olarak ilerledi.
Bilhassa Alman Ekspresyonizmiyle gelişen “yakın plan” çekimler yüzleri ön plana çıkarmaya başladı. Fotojenik bir sürecin bu çizgisi hayal olan ile gerçek temsili arasında gidip geldi. Sinema alanı bir dekor alanıydı; bir propaganda alanıydı. Hitler’in özel fotoğrafçısının çektiği fotoğrafların propaganda yönünü, en iyi anlayıp eleştirenlerden biri de Charlie Chaplin olmuştu, Diktatör'le. Yine İtalya’da Cinnecitta’yı kuran faşist diktatör Mussolini olmuştu. Stalin de popüler köy dünyasına ait aşk filmleriyle bu furyaya destek veriyordu Propagandaya karşı, Batı sineması ticari “meta sinemasını” geliştirdi. Bu sinema bizim hayallerimizi süsledi. Bizden o modelleri takip etmemizi talep etti ve bir ölçüde de bunu başardı. İlahlardan kitle sinemasına doğru yol alındı. Ama ilahlardan bazıları orada yerinde durmasını bildi.
Alain Delon yerini koruyabilenlerden biri oldu. Star sistemi yok eden aygıt ise televizyondu. Televizyonun evlere girmesiyle sinemanın krizi başladı. Fransa’da 1950’lerde başlayan bu süreç, bizde de 1970’lerde yaşandı. Sinemanın (bizdeki Yeşilçam) krizi televizyon ve diziler nedeniyle ortaya çıktı ve sinema psikedelik bir hava (bilhassa 1968’de Alain Delon’un oynadığı Motosikletli Kız filmi) ile zamanın psikanaliz ve erotizmini birleştirdiği zamanlarda, bizde de sinemamızdaki “erotik filmler” furyası da başlamış oldu. Aktörler bu sistemde oynadıkları rollerle özdeşleşmiş, rolleri neredeyse onları temsil etmeye başlamıştı.
Alain Delon bu bakımdan star sistemin içinden çıkan biri olarak oynadığı rollerin temsili olarak yaşadı. Canlandırdığı rollerde daha çok “kötü, saf veya haylaz genç” olarak gözüküyordu. Rocco ve Kardeşleri'ndeki boks sahneleriyle birlikte kavgacı-dövüşçü bir tipoloji ortaya konulmaktaydı. Ama hayat ona hep darbe vurmaktaydı. Seyircinin hayal dünyasına seslenen bu tarz sinema ilahlar ortaya çıkarmasını bildi. Eski Yunan tragedyası gibi sinema halkın beklediği kahramanları halka sunmasını bildi.
Fransız ve İtalyan star sistemi Alain Fabien Maurice Marcel, Delon’dan bir Alain Delon yarattı. Sinema gerçek insanların kendilerini değil, ama temsil ettikleri rolleri sundu. Kadınlardan vamplar, erkeklerden ise kahramanlar yaratmasını bilen bu sinema........