Yargıda yeni bir eşik atlanması: Fatih Altaylı vakası

Diğer

Konuk Yazar

01 Aralık 2025

Fatih Altaylı

Artık yargının tutukluluk uygulaması iyice yerleşti, tutuklanması talebiyle hâkimliğe sevk edilen neredeyse herkes için bir karine olarak “kaçma şüphesi” varsayılıyor.

Kanunda her ne kadar “kaçması, saklanması veya kaçacağı şüphesini uyandıran somut olgular varsa” diye yazılmışsa da, uygulamada hemen hiçbir hâkimin somut olgu var mı yok mu diye araştırma ve değerlendirme yaptığına rastlanmıyor.

Dolayısıyla, somut olayda bir delil karartma imkânı bulunmayan kimseler “kaçma şüphesi” olduğu karinesiyle ya (çoğunlukla) tutuklanıyor ya da haklarında adli kontrol tedbirine karar veriliyor.

Örneğini çok sık gördüğümüz gibi tutuklanmayıp onun yerine hakkında adli kontrol kararı verilen kişiler gibi kamuoyu da bu durumu sevinç ve coşkuyla karşılıyor; sanki özgürlüğü kısıtlanmamış ve suçsuzluğu anlaşılmış gibi değerlendiriyor. Oysa, adli kontrol tedbirleri de bir özgürlük kısıtlamasıdır. Bu kararın verilebilmesi için kanunun aradığı şartlar da tutuklama şartlarıyla birebir aynı. Adeta ölümü görüp sıtmaya razı olmak deyişindeki ruh haliyle yaşamaya alıştırılmış vaziyetteyiz. Elini verenin kolunu kaptıracağı deyişini ise çoktan unuttuk.

Son yılların yargı pratiği haline gelen bu kanunsuzluk halinde şimdi yeni bir eşik daha atlandı.

Yargılanan kişi hakkında eğer bir mahkumiyet hükmü kurulmuş ve hükümle birlikte kişinin tutuklanmasına ya da zaten tutuklu ise tutukluluğunun devamına karar verilmiş ise bu bir “tutukluluk” hali olarak değil mahkumiyete dayalı bir tutulma olarak değerlendiriliyor.

Bu durumda kişi artık yüksek dereceli mahkemedeki (İstinaf ya da Yargıtay) esastan inceleme sonuçlandırılıncaya kadar cezaevinde kalmaya devam etmekle karşı karşıya kalıyor.

Eskiden mahkemeler mahkumiyet hükmü verseler bile verilen cezanın miktarını ve ağırlığını da dikkate alarak hüküm giymiş olsalar bile masumiyet karinesi (hakkındaki hüküm kesinleşene kadar kimsenin suçlu sayılamayacağı) ilkesi uyarınca yargılanan kişi tutuklu bile olsa hükümle birlikte tahliye kararı verirlerdi. Çünkü yüksek mahkemedeki inceleme ve denetimin ne zaman biteceği belirsiz, hatta çoğu zaman çok uzun bir zaman olduğundan ileride kararın bozulması ihtimalinde kişilerin çok ağır ve telafisi olmayan zarara uğramaması için tahliyesi gerekli görülürdü.

Ancak ağır nitelikli suçlarda ve çok yüksek ceza verilen olaylarda, yargılanan kişinin cezanın kesinleşmesi halinde kaçacağı ve böylece kararın infazının mümkün olamayacağı........

© T24