BÜTÜN KURALLAR YENİDEN YAZILIYOR

Kime sorsam kafalar karışık. Kafası derli toplu olan yok, hepsi alt üst. Öyle olunca insan kendisine mihenk noktası bulamıyor.

Eskiden böyle durumlarda akademiye başvurulurdu. O da kalmadı. Akademinin muhafazakârı olmaz, bizde oldu.

Hak yemeyelim, dünya da pek farklı değil.

Mevcut durumun analizini eski bilgiyle açıklarsan, eski bilgi üretmiş olursun.

Geçen hafta. Bir doktora jürisi sonrası hocalarla sohbet ediyoruz.

Etrafta tv kamerası olmadan siyasal alanda olup bitenleri tartışıyoruz.

Konu, Mansur Yavaş’ın yüzde 60 oyu nasıl aldığına geliyor. Öyle ya, mevcut başkanın yeniden yüksek oranla seçilebilmesi için, yönettiği şehri yeni bir düzeye taşıması, hizmette zirve yapmış olması gerekiyor.

“Yüzde 60’ın nasıl alındığı” sorusu da oradan çıktı zaten. Ortada ne yeni bir Ankara, ne de efsane hizmetler var.

Jüri günü daha Ankara sel altında kalmamıştı.

Ben görüşümü baştan söyleyip kenara çekiliyorum: “Ankara’nın oy verme davranışının iletişimci, psikolog ve sosyologlardan oluşan bir ekiple incelenmesi gerekli” diyorum, “öyle varsayarak açıklanamaz bu sonuç.”

Hemfikir oluyoruz ve “araştırmaya nasıl sponsor buluruz”u düşünüyoruz.

Hocalardan biri “Ben Melih Gökçek gelmesin diye Yavaş’a verdim” diyor. Son seçimde “Gökçek ne alakâ” oluyoruz.

“Öyle bir travma kolay atlatılmaz” diyor.

Başka bir hoca “Varsın hiç iş yapmasın, yeter ki çalıp çırpmasın diye oy verdiğini” söylüyor.

Bu arada Ankara’yı bir kez daha sel basmamış, selde henüz ölen olmamıştı.

Diğer hoca, “Rakibi o kadar kötüydü ki o nedenle Mansur’u seçtim” dedi.

Öbürü araya girdi, “Adam iş yapmıyor ama kavga gürültü de yok.”

Sonuncu hoca “Milliyetçi oylar nereye gitti diyordunuz, hepsi Ankara’nın ülkücü adaylarına gitti, yüzde 60 oldu” dedi.

“Garip değil mi” dedim, “şu iyi eğitimli küçük grupta bile kimse ‘Ankara’yı iyi yönetti ya da şu sorunları çözdü ondan verdim’ demedi” dedim, “Bu durumu incelememiz şart.”

Dünya başka bir yer, seçmen de başka bir seçmen.

Oy verme davranışları, 1960’larda ortaya konan araştırmalarla açıklanamaz artık.

“Tarihin sonundayız” diyen Fukuyama ile “ideolojilerin sonundayız” diyen Bell’in geldiği nokta, düşünsel çatışmaların yerini kimlik çatışmalarının almış olmasıydı.

Düşünsel çatışma yoksa, mevcut sorunlara çözüm de yok demektir. Çünkü tartışma, gerçeği arama yoludur.

Seçmen siyasetçinin çözüm getireceğinden........

© SuperHaber