ABD Yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi ile Dünyayı Birileriyle Paylaşmak mı İstiyor?

ABD Başkanı Donald Trump, 4 Aralık Cuma günü açıklanan 2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi (NSS) belgesinin önsözünde yeni stratejiyi, "Amerika'nın insanlık tarihindeki en büyük ve en başarılı ulus olarak kalmasını sağlayacak bir yol haritası" olarak nitelendirmiştir. Metin bütünüyle okunduğunda bu sözlerin Trump’ın alışıldık abartılı açıklamalarından biri olduğu meydana çıkmaktadır.

“Ulusal egemenlik”, “ekonomik bağımsızlık” ve "güç yoluyla barış" kavramlarının şekillendirdiği yeni Ulusal Güvenlik Stratejisi, ABD’nin küresel hegemonya rolünü öne çıkaran önceki Ulusal Güvenlik Stratejilerinden keskin bir değişikliğe ve geri çekilmeye işaret etmektedir.

Yeni ulusal güvenlik stratejisi, ABD’nin dünyayla kurduğu ilişkileri “Önce Amerika” perspektifini temel alarak önceliklerine göre sınıflandırmakta ve daraltmaktadır. Belgede Başkan Trump'ın dış politikası; 'pragmatist' olmadan pragmatik, 'realist' olmadan gerçekçi, 'idealist' olmadan ilkeli, 'şahin' olmadan güçlü ve 'güvercin' olmadan ölçülü olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımlamada, imkân ve kabiliyetlerini bilerek kendisine had çizen bir üslup göze çarpmaktadır.

33 sayfalık 2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi (NSS) dört bölümden oluşmaktadır.

Bu yazıda, NSS’nin “IV- Bölgesel Stratejisi” bölümü ele alınarak, ortaya çıkmakta olan çok kutuplu dünyada, ABD’nin odağı dışında kalan bölgeler ile kendisi için ikinci derecede önem arz ettiğini açıkladığı bölgelerde doğacak güç boşluğunun kimler tarafından doldurulacağı özellikle Türkiye’nin bölgesel ve küresel hedefleri esas alınarak değerlendirilecektir.

ABD’nin Yeni Bölgesel Stratejisi

NSS’de, ABD'nin Soğuk Savaş sonrası dönemdeki dış politikasının başarısız olduğu ve rayından çıktığı iddia edilmektedir. Önceki ABD stratejileri, net hedefler belirlemek yerine "dilek listeleri" veya "belirsiz temenniler" peşinde koşmakla, küresel hegemonya kurma hedefiyle ülke kaynaklarını ve ABD'nin küresel gücünü tüketmekle, müttefiklerin savunma maliyetini gereksiz yüklenmekle, ulusal önceliklerin kaybedilmesine sebep olmakla eleştirilmekte ve bu muğlak, hedefsiz stratejilerin suçu “dış politika elitleri” ne yüklenmektedir.

Yeni stratejinin temel hedefi; ekonomisi zayıflamış, gelir ve servet dağılımı bozulmuş, vatandaşları siyasi olarak keskin biçimde kamplaşmış, federal kurumlarına ve geleceğe olan güven en düşük seviyelere inmiş ülkede, Amerikan Federal Devletinin yeniden güçlü, müreffeh ve güvenli bir ulus devlet olmasının sağlanmasıdır. Bunun yolu, sınırlı ülke kaynaklarını ülke içinde vatandaşları için kullanmak üzere dünyanın pek çok yerinden çekilme ve ilgi odağını Batı Yarımküre ve Hint Okyanusuyla sınırlandırma olarak belirlenmiştir.

Dış politika, "Amerika Önceliği" prensibine bağlı kalarak ve Amerikan küresel gücünün temelinin ekonomik üstünlük olduğu varsayımından yola çıkarak yeniden yapılandırılmak istenmektedir. Bunun için bölgesel çatışmalara doğrudan müdahale etmek yerine güçlü bir caydırıcılıkla barışın korunması; Müttefiklerin kendi savunma harcamalarını ciddi ölçüde artırmaları ve ABD'nin kendilerini koruma maliyetine adil katkı sağlamaları; Diplomatik ve ticari ilişkilerin karşılıklı yarar esasına göre yeniden düzenlenmesi, ABD'nin çıkarlarına hizmet etmeyen uluslararası anlaşmaların veya yükümlülüklerin sona erdirilmesi; ABD'nin kendi ulusal çıkarlarıyla doğrudan ilişkili olmayan veya müttefiklerin kendilerinin çözebileceği sorunlar için Amerikan askeri ve mali taahhütlerinin önemli ölçüde sınırlandırması hedeflenmektedir.

Belgede, bölgesel stratejinin neye göre şekillendirildiği şöyle anlatılmaktadır: “Bir strateji; değerlendirmeli, ayıklamalı ve önceliklendirmelidir. Ne kadar değerli olursa olsun her ülke, bölge, mesele veya dava Amerikan stratejisinin odağında olamaz. Dış politikanın amacı çekirdek ulusal çıkarların korunmasıdır; bu stratejinin tek odağı da budur… Başka ülkelerin işleri, ancak faaliyetleri doğrudan çıkarlarımızı tehdit ediyorsa bizi ilgilendirir.”

Halen 28 Trilyon Dolar GSYİH’sine karşılık 38 Trilyon Dolar Borcu bulunan ve 2035 yılında borcunun 52 Triyon Dolara çıkacağı hesaplanan ABD’nin hegemonik iddialarını sürdürme gücü kalmamıştır. Hedefine varmayan sonsuz savaşlar ve rejim ihraçlarının maliyeti bu devasa borçların kaynağı olmuştur. ABD’nin dış politikada bölge önceliklendirmesinin ve izolasyonist doktrine dönmesinin asıl gerekçesi çökmekte olan ekonomisidir.

2025 Ulusal Güvenlik Stratejisi (NSS)’nin IV’üncü bölümünde bölgesel strateji beş başlık halinde ele alınmıştır.

1- Batı Yarımküre

ABD için öncelikli bölge Batı Yarımküre’dir[1] ve bu bölge münhasır nüfuz alanı olarak ilan edilmektedir. Monroe Doktrini'nin güncel bir yorumu(Trump Corollary) ile; Batı Yarımküre'de (Kuzey ve Güney Amerika) ABD'nin mutlak üstünlüğünü yeniden tesis etmek, Batı Yarımküre’yi Amerikan ticareti ve yatırımı için daha cazip bir pazar hâline getirmek, ülkeye gelen yasadışı göçü kontrol altına almak, uyuşturucu kartellerini yenmek ve sınır aşan suç örgütleriyle mücadele etmek, Çin/Rusya gibi dış güçlerin bölgedeki nüfuzunu engellemek, kritik tedarik zincirleri ve stratejik noktalara erişim hedeflenmektedir.

Belgede, ABD yönetimiyle uyumlu hükümet, siyasi partiler ve hareketlerin ödüllendirileceği açıklanarak yerel ortaklıklar/işbirlikçilikler teşvik edilmektedir. Ayrıca, küresel ABD askeri varlıklarının, "son yıllarda Amerikan ulusal güvenliği açısından göreceli önemi azalan" bölgelerden, Batı Yarımküre'ye kaydırılması çağrısında bulunulmaktadır.

2- Asya

Bölge başlığı Asya olmakla birlikte yeni stratejide odak alanı sadece Hint-Pasifik’tir, Asya’nın kalanından –Orta Doğu hariç- söz edilmemektedir. NSS’ye göre Hint-Pasifik, önümüzdeki yüzyılın kilit ekonomik ve jeopolitik mücadele alanlarından biri olmaya devam edecektir. Amerikan halkının refaha ulaşması için bu bölgede başarılı biçimde rekabet edilmesi gereklidir. Belgede, Hint-Pasifik bölgesinin özgür ve açık tutulmasının, seyrüsefer özgürlüğünün korunmasının, güvenilir tedarik zincirlerinin sürdürülmesinin ve kritik materyallere erişiminin ABD'nin "temel ve hayati" çıkarları arasında yer aldığı belirtilmekte, ileriye dönük olarak ABD’nin Çin ile ekonomik ilişkisini yeniden dengelemesi hedeflenmektedir.

Yeni stratejide, "herhangi bir rakibin Güney Çin Denizi'ni kontrol etme potansiyelinin" güvenlik tehdidi olduğuna işaret edilerek, bunun önlenmesi için müttefiklerle işbirliğinin güçlendirilmesi gereğine şu ifadelerle vurgu yapılmaktadır: "Ancak Amerikan ordusu bunu tek başına yapamaz ve yapmak zorunda da kalmamalıdır. Müttefiklerimiz harekete geçmeli ve kolektif savunma için çok daha fazla harcama yapmalıdır.”

Belgede, ABD’nin Tayvan Boğazı'ndaki statükoda tek taraflı bir değişikliği desteklemediği açıklanmaktadır. Çin ile olası bir savaşı önlemek için müttefiklerle (Japonya, G. Kore, Avustralya, Hindistan) güçlü ve sürekli bir caydırıcılık odağı tesis edilmesi, İlk Ada Zinciri (Japonya'dan Filipinler ve Endonezya'nın bazı bölgelerine kadar uzanan ve Tayvan'ı da içeren bir dizi ada)[2] boyunca güçlü bir askeri kapasite inşa edilmesi, “yakın vadeli öncelik” olarak belirtilmektedir.

Bu strateji, Çin’le rekabeti ekonomik zemine indirmiş olup ABD-Çin ilişkilerini "yeniden dengeleme" ve “uzun vadede” ekonomik ve teknolojik rekabeti kazanmak hedefine göre belirlenmiştir. ABD’nin ekonomik üstünlüğünü sürdürmesi için Hint-Pasifik’teki ittifak sisteminin ekonomik bir gruplaşma hâline getirilmesi, Hindistan’ın Hint-Pasifik güvenliğine katkı yapmasını teşvik etmek için Hindistan’la ticari (ve diğer) ilişkilerin geliştirmesine devam edilmesi önerilmektedir. Belgede, Japonya, Güney Kore ve diğerlerinin 7 trilyon dolarlık net dış varlık tutmakta olduklarından, çok taraflı kalkınma bankaları dâhil uluslararası finans kuruluşlarında toplamda 1,5 trilyon dolarlık birleşik varlığa sahip olduklarından bahsedilmesi, ekonomik kriz içindeki ABD’nin bu kaynaklara göz diktiği kanaatini oluşturmaktadır.

Belgede ABD, Avustralya ve İngiltere arasındaki AUKUS paktından hiç bahsedilmemesi dikkat çekmektedir.

3-Avrupa

Belge, Avrupa'nın göç politikaları, düşen doğum oranları ve kimlik erozyonu nedeniyle........

© Stratejik Düşünce Enstitüsü