Yaşam Nöbetçisi: Dr. Hussam Abu Safiya

“Benim işim çocuklarla. Ben bir çocuk doktoruyum.”

 

27 Aralık 2024’te İsrail işgal güçleri Gazze’deki Kemal Adwan Hastanesini kuşatarak tahliyesini emretti. Birazdan, etrafı onlarca tankla sarılmış enkaz halindeki hastaneden beyaz önlüğüyle bir doktor çıktı ve tek başına tanklara doğru yürümeye başladı. Savaş tarihinin en ikonik karelerinden biri olan bu resim, tıp mesleği ve doktorluk adına onur, insanlık ailesi ve tarih adına utanç olan o anı resmediyor. Filistinli ressam Maram Ali, o onur ve utancı fırçasıyla adeta insanlığın vicdanına kazıyor.

Gazze’de kadınlar ve çocukların yanı sıra, insanlığın yarattığı bütün değerler katledildi. Savaş jetleri, füzeler, tanklar ve daha nice yıkıcı savaş makinesinin kulak tırmalayan gürültüsü yanında, dünyanın, umut kıran, insanı derdest eden derin sessizliği ile adalet, ahlak, masumiyet de katledildi. Ancak yaşam ve yaşama duyulan derin inanç, savaş makineleri ve taşlaşmış kalplerden örülü suskun bariyerleri de yıkarak insan kalabilen her yüreğe ulaştı.

Gazze’de yıkıntılar ve enkazlar altından sürekli bir fısıltı çarpar kulaklara: “kalpler enkaz altında bile atmaya devam eder.” Fısıldayan ölüler değildir, baştan başa bir enkaza çevrilen Gazze’de ölüme direnen, aşağılanmaya direnen, inadına yaşam, inadına umut diye haykıran o vicdandır. 2 yılı aşkın bir süredir dünyayı ayağa kaldıran, dünyayı ülke ülke, şehir şehir, sokak sokak isyan nöbetine diken o vicdan.

Karanlığın bütün küreyi esir aldığı bu meşum zamanlar boyunca beden ve ruhlarını yakarak, insan varlığına, masumiyete ve ahlaka umut olan nice kahramanlığa da şahit oldu dünya. İşte tanklara karşı bu vakur ve cesur yürüyüşüyle Dr. Hussam İdris Abu Safiya, dayatılan bu aşağılanmaya karşı yaşamın umudunu ve insanlık değerlerini diri tutan, sağaltan o vicdanın inatçı ritmini temsil ediyor, yok edilmeye çalışılan yaşam için vakur bir nöbete dikiliyor.

Dr. Hussam Abu Safiya bir çocuk doktoru, eş ve baba.  Kamal Adwan Hastanesi’nin direktörü bir doktor olarak tıbbı ve bilimi inatçı bir ‘yaşamak’ eylemine dönüştüren, yaşamıyla çağa tanıklık eden, hesap günü için adeta çetele tutan bir adam. Bir keresinde “Size kuşatmanın kalbinden sesleniyorum,”[1] demişti. Bu bir mecaz değil, gerçeğin en katı haliydi; hastanesi kalpti, kuşatma ise onun daralan kafesi.

21 Kasım 1973’te Jabalia Mülteci Kampı’nda, sürgün bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Ailesi, 1948’de sömürgeci çetelerin terörist saldırıları sonucu boşaltılan Gazze’nin 24 kilometre kuzeyindeki Hamama’dan sürüldü.[2] Her Filistinli gibi Hussam da hayatta kalmanın garanti altında olmadığının farkında olarak büyüdü. İsrail kolonisinin parça parça işgal ettiği Filistin’de yaşamak sürekli biçimde ölümün eşiğinde yaşamak demektir çünkü. Ölümün kol gezdiği Gazze sokaklarında Hussam, yaşamın değerini her gün daha fazla özümseyerek büyüdü. Çalışkan bir öğrenci, sorumluluk duyguları yüksek bir çocuktu.

Orta öğreniminin hemen ardından katıldığı sınavlarda tıp eğitimine hak kazandı ve eğitimi için Kazakistan’a gitti. Orada zorlu ve başarı dolu eğitiminin ardından pediatri ve yenidoğan alanında uzmanlıklarını tamamladı. Kazakistan’da geçirdiği 1990’lı yıllar ona mesleki uzmanlığın yanında bir de hayat arkadaşı kazandırdı; yıllar süren gurbet ve ağır kayıplarla devam eden savaşlar boyunca ona sarsılmaz bir dayanak olacak olan hayat arkadaşı Albina. İlk oğulları Elias'ın doğumundan sonra Albina ve Ebu Safia, 1998'de Gazze'ye geri döndüler ve Cebaliye mülteci kampında yaşamaya başladılar. Albina, ilerleyen yıllarda üç erkek ve iki kız çocuğu daha dünyaya getirdi.[3]

Yıllarca Gazze’nin kuzeyindeki Kamal Adwan Hastanesi’nde görev yaptı; binlerce bebek bu kötücül dünyaya onun şefkat ve uzmanlıkla bezenmiş avuçlarında doğdu. Hastanesinde sadece bir pediatri uzmanı ve yenidoğan uzmanı değil, genç anne adaylarına, ailelere, sorunlu doğumlara çözümler üreten, manevi destek sağlayan bir çekim merkeziydi. Filistin Tıp Kurulu’nun düzenlediği sınavlardan başarıyla geçen Dr. Hussam sık sık şöyle derdi: “Benim işim çocuklarla. Ben bir çocuk doktoruyum.”[4]

Ve 7 Ekim 2023’ten sonra kapsamlı bir soykırıma dönüşen İsrail işgal güçlerinin saldırıları, Dr. Hussam Abu Safiya’nın omuzlarına hastalarının yanı sıra yeni sorunluluklar yükledi. O artık hastanenin direktörüydü. Ancak kendisinin de ifade ettiği gibi bu görevi bir terfi değil bir sorumluluk olarak kabul edecekti. Çünkü Gazze’de sağlık sistemi çöküyordu, su ve sanitasyon şebekesi yıkılmıştı, elektrik yoktu, tıbbi malzeme akışı kesilmişti ve artık bu distopik şartlar altında sağlık yöneticiliği ağır bir sorumluluktu.  Elektrik için yakıt bittiğinde, mum ışığında resüsitasyon yapmak zorunda kaldı, kuvözlerin ısıtıcıları durduğunda, prematüre bebeklerin göğsünü nefesiyle ısıtmaya çalıştı, kaynak sıkıntılarının had safhaya yükseldiği kritik zamanlarda aklı zorlayan ağır kararlar almak zorunda kaldı; hangi hastaların yaşamı kurtarılmalı ve hangileri ölüme terk edilmeli. Meslektaşları umutsuzluğa düştüğünde onlara sessizce şöyle derdi: “Biz nefes aldıkça, onlar da alacak.”[5]

Tıbbi ve yönetsel çalışmalarının arasında Gazze’nin yok edilmek istenen sesini dünyaya duyurmak için çırpındı Dr. Hussam, ışıkların, tıbbi cihazların, havalandırma ve hijyen aletlerinin sustuğu hastanenin karanlık servislerinden dünyaya şöyle seslendi: “Dünyaya bir kez daha hatırlatıyoruz: hastaneleri ve sağlık çalışanlarını koruyan Cenevre Sözleşmeleri diye övündüğünüz yasalar var, lütfen hastaneleri ve sağlık çalışanlarını koruyan.” Ancak dünyanın önemli merkezleri, BM kuruluşları, devletler ve uluslararası organizasyonlar bütün bu çağrılara kör sağır kalacaktı.