Barış treni!

60’lı yılların sonunda, 70’lerin başında ABD’nin en ciddi sorunlarından biri, uyuşturucuydu, Amerikan gençliğinde salgın gibi yayılmıştı, sosyal faciaya dönüşmüştü, ülkeye girişi ve satışı, mücadele edilemez hale gelmişti.

Uyuşturucuyu kaynağında kurutmak için, haşhaş üreten ülkelere baskı yapmaya başladılar, hedef alınan ülkelerin başında Türkiye geliyordu.

Çünkü, o dönemin en büyük haşhaş üreticilerinden biri Türkiye’ydi.

Hititlerden beri Anadolu topraklarında üretiliyordu, Osmanlı’da olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de haşhaş tarımı devam ediyordu, Türk kültürünün, Türk mutfağının parçasıydı, özellikle haşhaşlı ekmek, haşhaşlı çörek, haşhaşlı pide gibi hamurişi yiyecek olarak kullanılıyordu, 1938 yılından beri de Toprak Mahsulleri Ofisi’nin denetiminde devlet tarafından satın alınıyor, işleniyor, ilaç sanayisinde, tıbbi amaçlarla kullanılıyordu.

Başbakan Demirel’di.

Washington bastırıyordu, “haşhaş ekimini derhal durdur” diyorlardı.

Demirel kabul etmedi.

Durdurma talebini resmen ileten ABD’nin Ankara büyükelçisine, “adını afyon bitkisinden alan Afyon diye şehrimiz bile var, çiftçimizin en önemli gelir kaynaklarından biri haşhaş, kesinlikle durduramam” dedi.

Üstelik, rivayet odur ki, “Türkiye’de zaten yılda hepi topu 120 ton haşhaş yetişiyor, bu miktarda afyon Amerikan gençliğinin uyuşturucu tüketimine bir hafta bile yetmez, ülkenizdeki uyuşturucunun kaynağı biz değiliz” dedi.

İlişkilerimiz tel gibi gerilmişti.

Ambargoyla tehdit ettiler.

Demirel geri adım atmadı, ama, havayı biraz olsun yumuşatabilmek için sınırlama getirdi, “haşhaş ekimi sadece yedi şehirde yapılacak” denildi.

Washington tatmin olmadı.

İlla “yasakla” diye yükleniyorlardı.

İşte tam o sırada... 1970 yılının ekim ayında, Amerikalı bir üniversite öğrencisi, İstanbul’da -o zamanki adıyla- Yeşilköy Havalimanı’nda, vücuduna sarılmış küçük paketler halinde, bir kilo 800 gram esrarla yakalandı.

23 yaşındaydı, New Yorkluydu, “hippi” tabir edilen bir gençti, İstanbul’u gezmeye gelmişti, Sultanahmet civarında takılmıştı, hem kullanıcıydı, hem de dönüşte New York’ta satarak seyahatimi bedavaya getiririm diye düşünmüştü, torbacılardan temin etmişti, kaçak olarak ülkesine götürüyordu.

Bu suçüstü olayı patlak verince, fırsat bu fırsat diye düşünüldü, ABD’ye karşı “misilleme” olarak kullanılmaya kalkışıldı.

İktidar yandaşı medya devreye sokuldu, “bakın görüyorsunuz, bizim uyuşturucuyla filan alakamız yok, ABD’ye giden uyuşturucuyu bizzat Amerikalılar taşıyor” manşetleri atıldı.

Tutuklandı, Sultanahmet Cezaevi’nde bir gece tutuldu, ertesi sabah Sağmalcılar Cezaevi’ne gönderildi, yargılandı.

O dönemin kanunları gereğince normalde en fazla dört yıl hapis verilmesi gerekirken, şak, müebbet hapis cezası yapıştırıldı.

Aklımız sıra ABD’ye ders vermiştik yani.

ABD burnundan soluyordu.

Şak... 12 Mart Muhtırası verildi.

Amerikancı generallerimizin güdümünde ara rejim hükümeti kuruldu.

Bu muhtıra hükümetinin ilk icraatı ne oldu?

Elbette haşhaş ekimini yasaklamak oldu.

ABD muradına ermişti!

Ama... Hapse tıktığımız Amerikalı üniversite öğrencisini de unutmamışlardı, ABD dışişleri bakanlığı bastırıyordu, “vatandaşımızı bize verin, kendi ülkesinde hapis yatsın” diyorlardı, bizim dışişleri direniyordu, bunun üzerine Amerikan tarafı ara formül önerdi, bizim hükümete akıl verdiler, “akıl hastanesine yatırın, eğer ruh sağlığı bozulmuşsa, insani gerekçelerle salıvermek mümkün olur” dediler, bizimkiler bunu kabul etti, Amerikalı üniversite öğrencisi, 1972 yılında, Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne nakledildi, gel gör ki, adı hastaneydi ama halk arasındaki sıfatı “tımarhane”ydi, o dönemin koşulları son derece ilkeldi, normal bir insanı oraya yatırsan, normal olarak çıkabilmesi imkansızdı, Amerikalı üniversite öğrencisi tımarhane’de yaşadıkları yüzünden aklını yitirmek üzereydi, “beni hapishaneye geri gönderin” diye yalvarıyordu, ABD dışişleri bin pişman oldu, hadi bakalım gene düşündüler taşındılar, gene bir ara formülle geldiler, “ABD’yle Türkiye arasındaki şu haşhaş gerilimi çözülene kadar hiç olmazsa yarı açık cezaevine nakledin” dediler, bizimkiler “bakarız” filan diye oyalarken, 1974 yılı oldu, ABD yönetiminin en sevmediği adam, Ecevit iktidara geldi.

Ecevit’in başbakanlığındaki CHP-MSP koalisyonunun ilk icraatı, haşhaş ekimini serbest bırakmak oldu.

Washington öfkeden deliye döndü.

Demeye kalmadı, şak, Kıbrıs’a çıktık.

Ecevit’le Erbakan, bambaşka dünya görüşlerine sahip insanlardı, zıt kutuplardı, ama hayata daima Ankara penceresinden bakıyorlardı.

Terör örgütü EOKA, Atina’nın desteğiyle Kıbrıs’ta darbe yapıp, yönetimi ele geçirince, başbakan Ecevit uçağa atlayıp, Londra’ya gitmişti, İngiltere’ye ortak askeri müdahale önerisinde bulunmuştu, çünkü, Türkiye, Yunanistan ve Birleşik Krallık garantör ülkelerdi, ama, Washington’ın stratejik ortağı olan Londra, teklifimizi reddetti, bize karşı Yunanistan’ın tarafını tutmayı tercih ettiler, e siz bilirsiniz deyip, maddi ve askeri imkansızlıklarımıza rağmen, kendi bileğimizin gücüyle Kıbrıs’a çıktık.

Kod adı Atilla Harekatı’ydı, Temmuz’da çıkarma yaptık, Ağustos’taki ikinci hamleyle Lefkoşa’ya kadar ilerleyerek, bugünkü sınırlara ulaştık, ulusal kahramanımız Rauf Denktaş’ın devlet başkanlığında Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni ilan ettik.

ABD açısından bardağı taşıran damlaydı.

Haşhaş vesilesiyle hazırladıkları ambargoyu, en sert haliyle uygulamaya başladılar. Mühimmatı boşverin, savaş uçaklarımıza lastik bile vermiyorlardı, uçak yakıtı bile bulamıyorduk, çünkü, ambargoyu sadece ABD değil, tüm NATO ülkeleri uyguluyordu, kredileri de bıçak gibi kesmişlerdi, Demirel’in tabiriyle “70 cent’e muhtaç olduğumuz” günlerdi.

Bu keskin ambargoyla yüklendiler.

İçerdeki işbirlikçileri devreye soktular.

Ecevit hükümeti düşürüldü.

Milliyetçi Cephe hükümeti kuruldu.

Demirel’in başbakanlığında Adalet Partisi-MHP-MSP koalisyonuydu.

Ecevit’ten kurtulur kurtulmaz, hapisteki Amerikalı üniversite öğrencisini kurtarmak için yeniden hamle yaptılar, 1975 yılında, adeta sihirli bir değnek değdi, şak, Anayasa Mahkemesi uyuşturucu suçları için af ilan etti, müebbet hapis cezası 30 yıla indirildi... ABD dışişleri derhal yine akıl verdi,........

© Sözcü