Bir anda uykudan uyandım, rüzgâra, toza karışık bir ışık gördüm.
Fakat uyandığım odanın ışığı kapalıydı.
Duvardaki takvime baktım; karanlıkta tarihi göremedim.
Saate baktım. Gecenin dördüydü.
Peki, gördüğüm bu ışık nereden geliyordu?
Birden şaşırıp kaldım.
Baktım ki elimin yarısı duvarın içinde, hemen elimi çıkardım, korku içinde oturup elime bakıyordum, tekrar elimi duvara doğru uzattım, yine elim duvarın içine giriyordu!
Derinlerden bir inleme sesi duydum.
Yüzümü sesin geldiği yöne doğru çevirdim, bir ağlama sesiydi bu.
İleride üç beş kişi bir şeyler yapıyordu.
Korku içinde yatağımdan kalkıp onların yanına gittim, bir şeyler söyledim, ama cevap vermediler.
Bir sisin ardındaydılar, belirsizdiler.
Birilerinin bana yanıt vermesini istiyordum, fakat kimse yanıt vermiyordu.
Şaşkınlık içerisinde bu hayaletimsi insanların arasına iyice sokuldum.
Birden sis dağıldı.
★★★
Önce takvim yaprağını gördüm: 11 Kasım 1938.
Sonra Aziz Atatürk’ün naaşını gördüm.
Büyük bir şaşkınlık içindeydim.
Atatürk’ün naaşının etrafındaki insanlar bana üzgün üzgün baktılar ve kendilerini tanıttılar; ne yaptıklarını anlattılar.
Din âlimi, İslam Tetkikleri Enstitüsü Müdürü Ordinaryüs Profesör Mehmet Şerafettin Yaltkaya’nın nezaretinde İslami kurallara göre yıkanmış ve kefenlenmişti Aziz Atatürk.
Başbakan Celal Bayar’ın talimatıyla, Gülhane Hastanesi’nin Patolojik Anatomi Profesörü Lütfi Aksu tarafından tahnit işlemi yapılıyordu.
Vücudun bozulmadan korunmasını sağlayacak olan solüsyon, 200 gram formalin, 1 gram sublime, 200 gram tuz, 10 gram acide pehenque ve 1 litre sudan oluşuyordu.
Profesör Aksu, tahnit işlemi bittikten sonra, iki küçük şişeye solüsyondan doldurdu, ağızlarını lehimledi, üzerlerine yapıştırdığı etiketlere terkibi yazdı, Atatürk’ün kollarının arasına sıkıştırdı. Ata’nın bedeni kurşun galvanizle kaplanmış tabuta yerleştirilip ağzı iyice kapatıldı, daha sonra gül ağacından tabuta yerleştirilip kapağı kapatıldıktan sonra üzerine Türk bayrağı örtüldü.
Cenaze namazı için camiye götürülmesinin dinen şart olup olmadığı konusu, Ankara’nın yerlisi ve müftüsü sıfatıyla, Kurtuluş Savaşı’na ve Mustafa Kemal Paşa’ya önemli destekte bulunan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Rifat Börekçi’ye danışıldı. Milli Mücadele kahramanı Börekçi; “Atatürk’ün cenaze namazı, tertemiz hale getirdiği vatan toprağının her yerinde kılınabilir” dedi.
Namaz, Dolmabahçe Sarayı’nda Ordinaryüs Profesör Yaltkaya tarafından kıldırıldı.
Tekbir, Türkçe verildi.
Uzun bir süre Türkçe tekbiri duydum.
Sonra daha derinlerden daha gerilerden bir ses çalındı kulağıma. Anıtkabir’in sesiydi duyduğum. Bana kendini anlatıyordu...
★★★
“Dumlupınar’da kazanılan muharebeden sonra Mareşal Gazi Mustafa Kemal kırbacı savurup, atını dörtnala kaldırdı.
‘Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!’ diye haykırdı.
Dağlar, ovalar, işgal altındaki şehirler, kasabalar, köyler bu komutla çınladı.
Nal sesleri, top seslerine karıştı…
Mustafa Kemal Paşa katıldı neferlerin arasına, omuz omuza çarpışarak, yan yana sürdüler atlarını, barut kokan boz karanlıklar içinde, soluk soluğa kan ter içinde İzmir yolunu açtılar…
★★★
Kutsal bir emanet gibi bağrımda taşıdığım Atatürk’ün naaşına ne zaman baksam, aklıma hep bu sahne gelir. Her yerim çınlar; ‘İlk hedefiniz Akdeniz’dir’ diye.
Ata’m bana emanet!
Dünya var oldukça, O’nun ‘İlk hedefiniz Akdeniz’dir’ komutu çınlayacak her yanımda.
Bilmem kendimi tanıtmaya gerek kaldı mı?
Herkes anlamıştır benim Anıtkabir olduğumu.
Ata’mın kendi deyimiyle naçiz bedenini muhafaza eden bir yapıdan daha çok, düşüncelerinin, özgürlük için verdiği mesajlarının, Milli Mücadele’nin, kurduğu cumhuriyetin izlerini bende........