Krizden çıkmanın tek reçetesi değişimdir

Cambridge Üniversitesi öğretim üyesi, Ekonomist Özge Öner, içinden geçtiğimiz dönemi ‘Herkes Biliyor Geminin Su Aldığını’ kitabında anlattı. 2026 yılı için en büyük riski nerede gördüğünü sorduğum Öner, “Fabrikaların ışıkları sönüyorsa barınma krizini de işsizliği de aynı anda yaşarsınız” diye cevap verdi.

Özge Hanım, kitabınızı okudum, çok faydalandım. Kaleminize sağlık. Çok uzun zamandır neredeyse bütün programlarımda sorduğum sorunun cevabını da vermişsiniz. Şimdi okurlarımız için bu soruyu burada tekrarlamak istiyorum. Sonra detaylara gireriz. Ciddi bir kriz yaşıyor Türkiye. Peki ‘ekonomi bizde iktidarı değiştirmeye neden yetmedi?’ Tencere kaynamadı mı dengeler değişirdi ya hani?

Bu sorunun hem siyasi hem de iktisadi bir yanıtı var. Siyaset tarafı, halkın haber alma özgürlüğünün daralmasından muhalefetin etkili bir siyasal rekabet üretememesine kadar uzanan geniş bir çerçevede tartışılabilir. Fakat işin iktisadi tarafı bence daha açıklayıcı. Ben yoksulluğu sadece “hangi gelir düzeyindesin” sorusuyla değil, “pastadan payı kim alıyor” sorusuyla da tarif etmeye çalışan biriyim. O yüzden tabloya gelir dağılımı ve coğrafi eşitsizlikler açısından bakınca şunu görüyorum ki ekonomik göstergeler, iktidarın oy deposu olan bölgeler açısından sandığımız kadar kötü seyretmedi. Hükümet, hem sosyolojik hem de coğrafi anlamda kendi tabanını krizin sert etkilerinden görece başarılı bir şekilde izole etti. Kriz, sahil kentlerindeki seküler yaşam pratiklerine sahip orta sınıfları; enflasyonun, barınma maliyetlerinin ve dolarizasyonun aktığı kanallardan çok daha sert vurdu. Buna karşılık daha muhafazakâr yaşam biçimlerine sahip, kamu transferlerine ve bölgesel teşviklere daha duyarlı kesimlerde hayat standardı aynı ölçüde bozulmadı. Ekonomik programın kurgusunda da bu tercihlerin bilinçli olarak gözetildiğini düşünüyorum. Dolayısıyla bazı kesimlerin hayatı radikal biçimde değişirken, diğer kesimler kendi ekonomik gerçekliğinde büyük bir kopuş yaşamadı. Seçmen davranışındaki büyük kırılmanın gelmemesini de kabaca böyle okuyorum. Aslında uzun bir makale konusu; burada sadece çerçeveyi toparlamaya çalıştım.

Foto: Muhsin Akgün

Bir de AKP kendi zenginini yarattı. Hem onlar bir oy deposu oldu, hem de aslında sosyal yardımlarla ekonomik bağımlılar yarattı tezi var. Buna katılır mısınız?

Elbette. Zaten hegemonik ideolojiler, o ideolojinin içine dahil olanlara önceki konumlarından daha iyi bir hayat imkânı sunmak zorundadır; aksi hâlde bu kadar uzun süre iktidarda kalamazlar. AKP döneminde de bunun iki kanaldan gerçekleştiğini görüyoruz. Birincisi, kendi ekonomik elitini yaratması. Bu, sadece zenginleşen bir grubun değil, aynı zamanda siyasal olarak sadık bir sermaye blokunun inşa edilmesi demekti. Kamu ihaleleri, kredi genişlemeleri, bölgesel teşvikler ve kamusal kaynak dağıtımındaki asimetri bu blokun maddi temelini oluşturdu. Bu gruplar, hem ekonomik olarak büyüdü hem de iktidarın siyasal mimarisinin taşıyıcı kolonlarına dönüştü. İkincisi, sosyal yardım mekanizmaları üzerinden kurulan bağımlılık ilişkisi. Buradaki mesele sadece yoksullara destek verilmesi değil; bu desteklerin kurumsallaşmış bir sosyal devlet vizyonu içinde değil, daha çok iktidarın siyasal sadakat ağları içinde dağılmasıydı. Bu da bazı kesimler için ekonominin dalgalanmalarına rağmen yaşam standardında büyük bir kırılma yaşanmamasını sağladı. Dolayısıyla hem yeni bir ekonomik elitin yaratılması hem de sosyal yardımların siyasal sadakat üretme kapasitesi, iktidarın oy tabanını uzun süre muhafaza etmesinde belirleyici rol oynadı. Bu, Türkiye’nin sosyoekonomik topografyasını değiştiren ve siyasal davranışları yeniden şekillendiren önemli bir dinamik.

2026 için felaket senaryoları dillendirilmeye başlandı. Katılıyor musunuz, en büyük problem nerede yaşanacak? İşsizlik mi, barınma krizi mi mesela?

Felaket senaryosu demek istemem ama 2026’nın risklerinin nerede toplandığı bence oldukça açık. Eğer üretime dönük önlem almamak konusundaki ısrar devam ederse, en büyük sorun sanayide yaşanacak. Türkiye bugün üretmeden büyümeye çalışan bir ekonomi; bu da sürdürülebilir değil. Barınma krizi elbette yakıcı, işsizlik de yüksek bir risk alanı. Fakat bütün bu başlıkların kesiştiği yer sanayinin çökme ihtimali. Çünkü Türkiye hâlâ dış açık veren, katma değeri düşük üretim yapan, yatırım iştahı zayıf bir ekonomi. Döviz baskısı, yüksek finansman maliyetleri, ithalata bağımlı ara malı yapısı derken makinelerin durması an meselesi. Kısacası eğer fabrikaların ışıkları sönüyorsa barınma krizini de işsizliği de aynı anda yaşarsınız. Üretimden koparak hiçbir ülke kendini krizden çıkaramaz.

Konkordato ve iflaslarda müthiş bir artış var. Her çocuk borçla doğuyor. Türkiye buradan nasıl çıkar?

Değişimle çıkar. Ekonomi değişimle nefes alır. Demokrasi değişimle nefes alır. Değişim umuttur. İktisadı doğuran insanın bir tür girişimci iyimserliğidir. Girişimci iyimserlik çoğu zaman sağlam bir rasyoneliteye de ihtiyaç duymaz. Tünelin ucunda bir ışık ihtimali bile herkesi rahatlatır. Bir insan bir dükkân açar, hayat başlar. İnsanları dükkân açacak umuda sevketmek gerekir. Değişim bana göre........

© Sözcü