Bir ülke yeni yıla böyle girerdi |
Eski yılbaşılarının artık tadı yok diyoruz ya, belki de o tadı taşıyan anıların kendisi...
Edirne’nin sabah ayazında dedemle birlikte Bedesten’i geçip, çarşıyı adımlayarak başlardık yılbaşı gününe...
Kasapların önünde durur, tavandan ayaklarından bağlanmış baş aşağı duran canlı tavuk ve hindileri görürdük. Biz hindici değildik.
Dedem iri bir köy horozu ile bir de köy tavuğu seçer, yoldurtur, temizlettirir ve sonra pastaneden doğum günü pastası ve keşkül alırdık. Badem ezmecisinden de yarım kilo badem...
O tavuklar ocağın üzerinde koca bir kazanda pişerdi. Saatlerce kaynayan tavuğun kokusu evimizi misler gibi sarardı. Yan ocakta pişen içi kestaneli, nar taneli, fıstıklı, kuş üzümlü, dereotlu, ciğerli iç pilavın kokusuyla birleşirdi. Mutfaktan sofraya uzanan o uzun, tatlı telaş...… Anneannem mezeleri sadece yılbaşlarında ortaya çıkan kayık porselen tabaklara itinayla dizerdi.
Kız kardeşimle bahçeden bir dal çam ağacı koparırdık. Üstüne pamuklar yapıştırırdık. Dallarına küçük oyuncak araba ve uçaklarımı yerleştirirdim. Kız kardeşimse simli kurdeleler ve bebekleriyle süslerdi. Dibine ise İş Bankası kumbaralarım, biri demirdendi, diğeri araba şeklinde...
★★★
Ve tabii televizyonun karşısında toplanmalar…
Dedemin “Yemekten önce atıştırılmayacak, erken yatılmayacak” titizliğiyle karnımız açlıktan kazınarak saat 21.00’i beklerdik.
O mutlu bekleyişlerde, ailece kızmabirader oynardık...
Arkada TRT1’de hafif Batı müziği, Avusturya Valsi gibi tınılar çoktan başlamış olurdu.
Sanırım 7 sularında Kandıralı orkestrası çıkardı, yavaş yavaş havaya girerdik. Mustafa Kandıralı klarneti, Güngör Hoşses darbukasıyla fasıl ve oyun havaları çalardı.
Yılbaşı programında ise yok........