ALTIN NEREYE KADAR YÜKSELECEK?

Altının hikâyesi, dünyanın değil, evrenin kalbinde başlar. Zaman henüz ölçülmezken, yıldızlar doğup ölürken, evrenin derinliklerinde tarifsiz bir şiddet yaşandı. Dev yıldızlar, ömürlerinin sonunda kendi ağırlıklarına yenik düştü ve süpernova denen görkemli bir vedayla patladı. O anlarda, aklın sınırlarını aşan basınç ve sıcaklık altında, evrenin en nadide atomları doğdu. Altın da işte bu kozmik fırtınaların içinde, bir yıldızın son nefesinden süzülerek oluştu.

Milyarlarca yıl boyunca bu altın atomları, sessizce uzay boşluğunda yol aldı. Toz bulutlarına karıştı, yeni gezegenlerin hamuruna girdi. Dünya henüz genç ve kızgınken, altın onun bağrına düştü; lavların arasında eridi, ağır olduğu için çekirdeğe doğru süzüldü. Yeryüzünde gördüğümüz altın, gezegenin ilk gençliğinden kalma bir hatıradan çok, sonradan gökten yağan bir armağan, göktaşlarıyla taşınmış, yeryüzüne serpilmiş bir yıldız yadigârıdır.

Bu yüzden altın parladığında, sadece ışığı yansıtmaz. İçinde patlayan yıldızların anısını, kozmik çarpışmaların yankısını taşır. İnsan eli ona şekil verdiğinde bile, aslında dokunduğumuz şey, evrenin çok eski bir kalp atışıdır. Altın, sabrın, zamanın ve sonsuzluğun metalidir; sessizdir ama hikâyesi,........

© Sonsöz