menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

ÇİN VE TÜRKİYE, NEREDEN NEREYE?

8 2
01.12.2025

Türk Hava Yolları’nın Pekin uçuşlarını başlattığı 1999 Temmuz ayında, THY’nin Skylife dergisi için, o yıllarda ilk kez gittiğim ve bir süre kaldığım Çin Halk Cumhuriyeti’ndeki izlenim, gözlem ve görüşmelerime dayanarak yazdığım, “Doğunun Gizemli Dünyası PEKİN / BEIJING” başlıklı yazımı;

“Çin halkının dünyaya bakışında anlamlı farklılıklar yaratan gelişmeler, kalıcı yapısal dönüşümlere yol açacak gibi görünüyor. Çin, kendi tasarladığı dünyaya doğru açtığı yelkeniyle hızla ilerliyor. (…) Orada ekonomisiyle, teknolojisiyle, kültürüyle ve insanlığın geleceğini belirleyecek gelişme dinamiğiyle koskoca bir dünya var” sözleriyle bitirmiştim.

Çin Komünist Partisi’nin (ÇKP) 1997 yılındaki 15. Kongresinde, geri kalmışlık zincirini kırmak için temel iktisadi politikalarda ve Çin Anayasası’nda, uzun zamandır tartışılan ve önerilen doğrultuda yapılan değişikliklerle, devletçilikten vazgeçilmiş, “sosyalist piyasa ekonomisi” adını verdikleri “karma kapitalist kalkınma modeli” benimsenmişti. Yazımın yayımlandığı o dönemde Çin, bu köktenci doğrultu değişikliği gereğince hazırlanan uzun erimli iktisadi gelişme planlarını uygulamaya başlamıştı.

Parti tarafından belirlenen “HEDEFLERİ” değişmez veriler olarak kabul eden planlar, oralara ulaşmak için “NELERİN NASIL YAPILACAĞINI” belirliyor; uygulamada, bu planlarla gösterilen yollardan asla ödün verilmiyordu.

Yıllar sonra yeniden gittiğimde bambaşka bir Çin ile karşılaştım. Gelişmiş kapitalist ülke kentlerinde, olumlu / olumsuz ne varsa Çin’de de artık onlar vardı. Belli başlı kentlerin merkezi alanlarında gökdelenler, plazalar, rezidanslar yapılmış; dünyaca ünlü büyük oteller, alışveriş merkezleri, yıl boyu süren fuarlar açılmıştı. Devlete ait ve özel yerli firmalar ya da yabancı sermayeye ait dev şirketler, büyük fabrikalar, ileri teknoloji kuruluşları dünya pazarları için sürekli üretiyorlardı.

Sınıfsal farklılıklar derinleşmişti ve gelir dağılımındaki çarpıcı adaletsizlik, nüfusun büyük çoğunluğu için yaşam pahalılığı kendisini her alanda gösteriyordu. Rehberimin söylediğine göre, yaratılan onca zenginliğin yüzde 90’ı nüfusun yüzde 10’una gidiyor, kalan yüzde 90 halk çoğunluğu onlardan artanı paylaşıyordu.

“Yüzde 10 az değil mi? Halkın yüzde 90’ı yoksulken bu sistemin çarkları nasıl döner” sorumu rehberim;

“Bizim nüfusumuz 1,5 milyar. Yüzde 10’u oluşturan varlıklı 150 milyon kişi hem üreticilere hem iktidara yetiyor. Zaten üretim de iç pazara değil daha çok dünyaya satmak için yapılıyor. Bu durum partinin bilinçli tercihi” diye yanıtladı.

1990’ların başında, adı Türkiye ile aynı kategoride, “gelişmekte olan ülkeler” arasında sayılan ve kapitalist dünyada, kalabalık nüfusuyla muhteşem bir pazar olarak görülen Çin, başarıyla uyguladığı yeni iktisadi politikalarla, dünyanın geri kalanını kendi pazarı yapmış, süper güç olma........

© Sonsöz