THTM ve TELE1

Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi (THTM) 25 Ekim’de Ankara’da 6. Genel Kurulu’nu topladı. Bu yılın sonuncu genel kurulunda çok sayıda önerge tartışıldı ve önümüzdeki dönemin (gelecek yılın ilk genel kuruluna ve hatta ötesine gidecek dönemin) genel eylem/etkinlik planlaması yapıldı. Kongre, Türkiye’nin dört bir yanından gelen üyeler arasında canlı bir diyalog kurulmasını sağladığı gibi yeni üyelerin de katılımıyla daha büyük bir kararlılıkla ve olgunluk içinde tamamlandı.

Bu genel kurulun havasına ve tartışma ortamına damga vuran gelişme ise bir gün önce 24 Ekim’de TELE1 televizyon kanalına tamamen mesnetsiz ve hukuksuz bir biçimde kayyım atanması ve genel yayın yönetmeni Merdan Yanardağ’ın “casusluk” suçlamasıyla gözaltına alınmasıydı. Aynı suçlamanın İstanbul’un tutuklu BBB için de yapılmış olmasıydı. Faşizmin seviye atlaması anlamına gelen bu gelişme kuşkusuz herkesi hem bireysel olarak hem de örgütlü hareketlerin mücadele yöntemleri bakımından etkilemekteydi. Üzerinde mutabık kalınan konu ise, iktidarın yeni saldırılarından sonra THTM’nin ve Cumhuriyetçiler Kurultayının (CK) hedeflediği Cumhuriyetçilerin Birliğinin öneminin çok daha belirgin duruma gelmesiydi. Faşizmin hamleleri artık zincirleme operasyonlarla ilerlerken THTM ve CK’nın güçlenmesi ve genişleyerek örgütlenmesinin çok daha acil bir gereksinime dönüştüğü daha iyi anlaşılıyordu.

Bu operasyonlar sivil karakterli gözükebilir. Tüm kolluk yani tüm silahlı güçler, polisiyle, jandarmasıyla, askeriyle iktidarın uyguladığı devlet şiddetinin merkezindedir zaten. Ama tepede sivil iktidar vardır. Tıpkı, iktidarın yönetimi askere vermekten ürktüğü için sıkıyönetim uygulamasını 2017 Anayasasıyla kaldırıp yerine sivil otoritenin hakim olduğu “olağanüstü hal” uygulamasını getirmesi gibi. Elbette bu sivil iktidarın, biat etmiş yargısı da bir operasyonel güç durumuna getirilmiştir. Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nun (TMSF), RTÜK’ün, Mali Suçları Araştırma Kurumu’nun (MASAK) da birer operasyon aygıtına dönüştürülmeleri gibi.

Genel Kurul açılışında yaptığım konuşmaya kısmi göndermeler yapmaya devam ederek bu yazıyı sürdürebilirim.

Sistemin egemen gücü sermaye sınıfı açısından bakılırsa, bu sınıfın bir kesimi bu saldırıların tam arkasındadır. Bunlar iktidarın eteklerinde palazlananlar, MÜSİAD çevresinde yer alanlar (en azından bunların önemli bir bölümü), sermayenin el değiştirme süreçlerinde fırsat kollayanlar olarak özetlenebilir. Sermayenin bir bölümü ise ne yapacağını bilemez durumdadır. Sadece iktidarın muhalif partilerin kazandığı belediyeler üzerinden estirdiği terör bakımından değil; bununla uyum sağlamaları o kadar zor olmayabilirdi. Ama hukuk ve mülkiyet güvencesi bakımından sermayenin (ve TÜSİAD çevresinin) bir bölümünün ciddi kaygılarına yol açacak gelişmeler de yaşanmakta. Özellikle de iktidarın operasyon aygıtına dönüşen TMSF’nin sadece FETÖ veya PYD denilen yapılarla sınırlı kalmayıp tüm medyaya uzanması (son örneği TELE1) hatta bunu da aşarak her türlü şirkete el koyarak bunları “devletleştirmesi” sonra da devir veya satış yoluyla bunları daha yandaş sermaye kesimlerine pazarlayabilecek yetkilerle donatılması (31 Ocak 2025 Torba Yasası), bir bölüm sermaye tarafından ürkütücü bulunacaktır. TMSF’yi süper yetkili kılan 31 Ocak yasasına TÜSİAD tepki göstermişti gerçi ama........

© soL