Macerasını arayan insanlık
Bize söylenen en yaygın yalanlardan biri insanın içgüdüsel biçimde huzur ve denge arayışında olduğudur. Öyle ki, genel kanaate göre “huzurlu” olarak tanımlanacak bir ortamda kendimizi rahat hissetmiyorsak bizde bir sorun vardır, “rahat batıyordur.”
Kuşkusuz çoğu insan olanaklar çerçevesinde tehlikelerden ve diğer rahatsızlıklardan kaçınmaya, kendine güvenli ve huzurlu bir yaşantı kurmaya çalışır. Ama içinde yaşadığımız düzen insanın bu arayışını mutlaklaştırırken macera arayışı ve risk alma eğilimi sanki yokmuş gibi bir anlatı kurar; bu eğilimleri, güvenlik önlemleri alınmış boş zaman aktiviteleriyle tatmin edilecek marjinal heveslere indirger.
Oysa insanlık, bilhassa içinde yaşamakta olduğu düzenin tıkanıp kaldığı dönemlerde, risk alanlar olmasa ilerlemezdi. Devlet yenilgiyi kabul etse de boyun eğmeyen komutan, entelektüel camia yerleşik düşünceleri benimserken alaya alınma pahasına onları sorgulayan düşünür, kabile sıkışıp kaldığı vadide kıt kanaat yaşamaya çalışırken dağların arasından bir çıkış olup olmadığını arayan yolgezer…
Hatta, türdeşleri sırtlandan ölümüne korkarken, yamru yumru elleriyle bir sopa kapıp bağırarak koşmaya başlayan, “av” olmayı reddeden ilk avcı atamız...
İnsanlık tarih boyunca kolektif eylemiyle ilerledi; ama bu ilerleyişinde ona daima düşünülmemiş olanı düşünmeyi ve yapılmamış olanı yapmayı göze alan öncüler rehberlik etti.
***
Herhangi bir toplumsal düzen yerleşik hale geldikçe, yani statükoya dönüştükçe, kendisini sürdürmek için insanın yeniyi arayış eğilimini baskılamak durumundadır.
Statüko genel anlamda işliyorken, yani maddi hayatın büyük sorunlar yaşanmadan günden güne aktığı “olağan” dönemlerde, bu baskılama büyük ölçüde kendiliğinden gerçekleşir. Mevcut statükonun sağladığı öngörülebilir ve huzurlu yaşantıya razı olan çoğunluk, değişim arayışında olanlara “icat çıkartma” der, özel olarak engellemese de peşlerine takılmayıp yalnız bırakır.
Dahası düzen, gelişmeye devam ettiği dönemlerde bu eğilimi yalnızca baskılamaz, ehlileştirir. Böyle dönemlerde, daha nitelikli olanı aramaya meyilli bireylerin bazıları egemenler tarafından devşirilir; krallara danışmanlık yapar, ordu için yeni silahlar veya yeni üretim teknikleri icat eder, keşif yolculuklarına çıkarak gerçeğin daha detaylı haritalarını çizerler.
Düzenin tıkandığı ve devrimin mümkün hale geldiği “olağanüstü” dönemlerde ise baskı aktif bir nitelik kazanır. Düzen kasılır ve değişimi engellemek için statükonun sorgulanmasını bir suça dönüştürür. İnsanlar tutuklanır, hapsedilir, katledilir; engizisyonlar, özel yetkili mahkemeler, muhbir ve hafiye teşkilatları kurulur. Bu baskı, düzene krizi aşmak ve tekrar gelişmeye başlamak (yani restorasyon) için zaman sağlayabilir; ama hiçbir düzen kendisini sadece baskı ile sonsuza dek sürdüremez.
***
İçinde yaşadığımız sermaye düzeni, sermayedar sınıfın ekonomik rekabeti temel bir dinamik olduğu için, kendisinden önceki düzenlere göre teknik ilerlemeye çok daha yatkındır. Öte yandan bu onu toplumsal ilerlemeye değil krize daha meyilli hale getirir. Sermayedarlar sürekli üretimi daha verimli hale getirecek (yani maliyeti düşürecek) yollar arar, ama bu yolları buldukları zaman ürünlerin fiyatını düşürmeye, ya da aynı manaya gelmek üzere işçilerin ücretlerini yükseltmeye yanaşmaz. Bu da bollaşan ürünlerin satılamamasıyla sonuçlanır.
İçinde yaşadığımız düzen öyle çelişkilidir ki, önceki tüm düzenlerden farklı olarak kıtlıktan değil bolluktan krize girer.
Tabii hiçbir kriz sonsuza dek sürmez. Kriz dönemlerinde rekabet şiddetlenir. Batanlar batar, batmayanlar piyasa hakimiyetlerini genişletip tekelleşir. Böylece üretimin aşırı bolluğu törpülenir ve kârlılık tekrar mümkün hale gelir. Bu süreçte bilhassa ezilenlerin ayaklanma tehdidi güçlenirse bir miktar refah artışı da yaşanabilir; ama toplum asla sahip olduğu üretim olanaklarının tüm........





















Toi Staff
Gideon Levy
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein