menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Düşünsel çoraklaşma karşısında…

14 23
09.10.2025

İçinde yaşadığımız dönemin en belirgin özelliklerinden birinin düşünsel çoraklık olduğuna aklı başında kimse itiraz etmeyecektir. Akademi, sanat, basın, popüler kültür gibi ideoloji belirlenimli alanların tümünde tarihte benzerine az rastlanır bir sığlık, beceriksiz tekrarlara dayalı bir “aynen”cilik, vasata tapınma hâkim hale geldi. Televizyonlardaki tartışma programlarında hep aynı birbirine benzeyen adamlar homur homur aynı şeyleri söylüyor. Popüler kültür sürekli bir takım basmakalıp, yontulmamış, inceliksiz kimlikler pazarlıyor. Sanatta yeni hiçbir şey yok, yeniyi arayış da yok, eskiyi tekrar bile eskiden iyi olanı bağlamından kopartarak ve içine ederek yapılıyor.

Ne oldu da böyle oldu, buraya nasıl geldik?

Buna kestirmeden “düşünce özgürlüğü yok da ondan” yanıtı veren çok olacaktır. Gerçekten de, insanlara yaptıkları bir espriden, sahne şovlarından, hatta onlar sahnedeyken seyircinin yaptığı tezahüratın içeriğinden dolayı soruşturma açılan, tutuklamalar yapılan bir istibdat döneminden geçiyoruz. Düşünce dünyası bir mayınlı alan gibi, hangi adımı attığınızda hangi “toplumsal hassasiyete” basıp havaya uçacağınız belli değil.

İyi de, bu baskı gerçekten yeni bir şey mi?

Mesela bu ülkede başı ve sonu iki darbe ile paranteze alınmış olan 1970’lerde düşünce daha mı özgürdü? Çantanızda bir Lenin kitabıyla yakalansanız soluğu hapiste alırdınız. Gözaltında işkence olağandı ve kontrgerilla çeteleri her gün insan öldürüyordu. Örneğin daha dün, devlet memuru ve şeref yoksunu katillerin yedi komünist genci işkence ederek öldürdükleri Bahçelievler katliamının kırk yedinci yıl dönümüydü.

O yıllarda işlenen her cinayetin yıl dönümünü ansak, yılın her günü bir anma yapmamız gerekir. Buna rağmen, aynı dönemde yazılan romanlara, öykülere, şiirlere, çekilen filmlere, gazete köşelerinde yapılan tartışmalara, üniversite eğitiminin kalitesine, ilk ve ortaöğretim müfredatlarının içeriğine bakın. Düşüncenin gürül gürül çağladığını görürsünüz.

Dolayısıyla, hayır, bugünün düşünsel çoraklığı “demokrasi eksikliğiyle” açıklanamaz.

Hatta tam tersine, liberalizmin kimliklerin ifade serbestliğine dayalı demokrasisi, her kimliği hassasiyetleriyle beraber dokunulmaz hale getirerek düşünce alanını daraltan temel faktörlerden biri oldu. Özgürlük kavramını baş aşağı eden bu çürümeyle birlikte İsrail’in soykırımcı olduğu gerçeğini değil haykırmak, fısıldamak bile “antisemitizm” haline geldi. Şakası yok, bu nedenle demokrasi şampiyonu İngiltere’de İşçi Partisi’nin genel başkanını partiden attılar.

Aynı süreci Türkiye’de de gericiliğin her soy ve boyu güle oynaya kendine yonttu. İslamcılık, dinin en soyut düzeydekiler dahil olmak üzere her türlü eleştirisini bu kimlikçi liberalizmi araçsallaştırarak yasakladı. Tarikatlar, cemaatler, bunların devlet içerisinde örgütlenmesi, eğitimin dinselleştirilmesi, dinsel öğretiye dayandırılan kadın düşmanlığı… Tüm bunlar “inanç ve ibadet özgürlüğü”nün arkasına saklandı. Öyle ki, dinci gericiliğin tarihsel figürleri olan şeyhler, mollalar dahi eleştiriden azade hale geldi. Daha geçen gün, şeriatçı bir gerici olduğu tartışmasız Şeyh Said hakkında espri yapan bir komedyen, Türkiye’de devletin baskı ve şiddetinden en fazla nasiplenmiş siyasi akımlardan birinin bugünkü partisi olan DEM Parti’nin bir milletvekili tarafından Twitter’da jurnallendikten sonra soruşturulup hapse atıldı.

© soL