Çağımızın çürüyen devleti (son): İnsanlığın yaklaşan sınavı
Bu hafta, yazı dizimizin son bölümünde modern devletin güncel durumunu inceleyeceğiz ve insanlık adına çıkartmamız gereken sonuçları tartışacağız.
Şu ana kadar tartıştıklarımızı şöyle özetleyebiliriz:
Buradan devam ediyoruz…
***
2. Dünya Savaşı’nda sadece faşizm ittifak devletlerine yenilmedi, bir bütün olarak emperyalizm sosyalizme yenildi. 1970’lerin ilk yıllarında başlayan ama asıl olarak 1979-80 dönemecinde hız alan neoliberal saldırı, aslında bir karşı saldırıydı. Kapitalist ülkelerde işçi sınıfının Keynesçi politikalar çerçevesinde elde ettiği kazanımlar bu saldırının asıl değil, tali hedefiydi. Asıl hedef sosyalist ülkelerdi ve 1991 yılında neoliberalizm uğursuz zaferini kazandı, Sovyetler Birliği yıkıldı. Küba ve Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti dışındaki tüm sosyalist ülkelerde kapitalist üretim biçimi tekrar hâkim hale geldi.
Bununla birlikte, 1945’ten itibaren taktik gereği baskılanan emperyalist yayılmacılık büyük bir şiddetle geri döndü. Emperyalist sermaye, büyük bir iştahla yeni açılan piyasalara saldırdı ve buraları paylaşmaya başladı. Bu saldırı bazı vakalarda (örneğin Yugoslavya’nın parçalanması) doğrudan doğruya askeri nitelik kazandı.
Ne var ki, Sovyet Yüzyılının en önemli bakiyelerinden biri, emperyalist olmayan ülkelerin bağımsızlığıydı. Bu bağımsızlığı sınırlandırmak ve emperyalizm şemsiyesi altına almak için kurulan NATO, IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü ve benzeri tüm “ulus-üstü” kurumlar yeterli olmamıştı; zira, 2. Dünya Savaşı sonrasındaki kalkınmacı dönemde emperyalist olmayan pek çok ülkede de kapitalist üretim ilişkileri gayet gelişmişti ve bu ülkelerin sermayedar sınıfları zenginliklerini sadece emperyalistlere taşeronluk yaparak ve aslan payını onlara bırakarak sürdüremeyecek kadar büyümüştü. Dolayısıyla dünyanın 1910’lardaki gibi, elde cetvel sınır çizerek paylaşılması artık imkânsızdı.
Rusya ve Çin bu zorluğun üzerine geldi. Çin devleti sosyalizmin çözülmesi ve kapitalizme geri dönüş sürecinde bütünlüğünü hiç kaybetmedi ve bu ülkede sermayedar sınıf, devlet şemsiyesi altında, neredeyse tüm rekabet enerjisini dışarıya yönelten bir biçimde oluştu. Böylelikle ortaya devasa bir ucuz işgücü potansiyeline, çok büyük ve bakir bir ulusal pazara, ayrıca geniş bir coğrafyanın doğal kaynaklarına sahip, neredeyse boş bir sayfaya kapitalizm kurabilecek bir ülke çıktı. Rusya’da ise yaklaşık on yıl süren bir fetret devrinin ardından devlet toparlandı ve Sovyetler Birliği’nin yıkılma sürecinde ölçüsüzce zenginleşen ancak ortak bir ulusal karakter kazanamamış sermayedarları bir ölçüde hizaya getirdi.
Emperyalist ülkelerde devletin neoliberal dönüşümü bu tarihsellikte gerçekleşti. Bu süreçte devlet hiç de Hz. Hayek ve Hz. Friedman peygamberlerin tebliğ ettiği gibi küçülmedi, zira sermayedar sınıf için bu devletten vazgeçmek, en önemli uluslararası rekabet aracından vazgeçmek demekti. Dolayısıyla devlet edindiği devasa ölçeği korudu ama emperyalizmin yeni dönemdeki ihtiyaçları doğrultusunda radikal biçimde dönüştü.
Devletin çürümesi bu dönüşümün sonucu. Sermayedar sınıfın günümüzdeki çıkarları, 20. yüzyılın ikinci yarısında (hatta ABD’de 1930’lardan itibaren) sınıf uzlaşmasını sağlayabilmek için büyüyen ve bu yönde büyümenin zorunlu bir sonucu olarak yabancılaşmış karakteri zayıflayan, daha “kamusal” bir nitelik kazanan devleti, boyutunu koruyarak tekrar 1910’lardaki neredeyse mutlak anlamda yabancılaşmış niteliğine geri dönme yönünde zorluyor.........





















Toi Staff
Gideon Levy
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein