Çağımızın çürüyen devleti (II): Leviathan’ın yükselişi

Geçtiğimiz hafta modern devlet tartışmasına genel bir giriş yapmıştık. Bu hafta, meselenin tarihsel arka planını, biraz da dönemlere ayırmaya çalışarak inceleyeceğiz.

Thomas Hobbes, 1651’de yazdığı ve modern devlet tartışmalarının ilk örneklerinden biri olan anıtsal eserinde, devleti Eski Ahit’te bahsedilen her insandan güçlü dev deniz canavarı Leviathan’a benzetmişti. Ne var ki, eğer ekonomide kapladığı yer itibariyle karşılaştıracaksak, o dönemdeki devlet “dev” ise günümüz devleti için daha da büyük bir sıfat bulmak gerekir, zira 20. yüzyıla, hatta bu yüzyılın gerçek açılışı olan I. Dünya Savaşı’na kadar devletin gelirleri de harcamaları da bugüne göre ekonominin hayli mütevazı bir kısmını oluşturuyordu. Kapitalist üretim biçiminin ilk ortaya çıktığı, 19. yüzyılın son çeyreği itibariyle emperyalist karakter kazanan, devamında da bu karakterini koruyan beş ülkeye (tarihsel sırayla İngiltere, ABD, Fransa, Almanya ve Japonya) baktığınızda, 1914 yılına kadar devletin ekonomideki payının yüz 10’u pek geçmediğini görürsünüz. Bilhassa ABD’de, İç Savaş yılları haricinde devletin ekonomideki payı nadiren yüzde 2’yi aşmaktadır. Bugün bu oran bu beş ülkenin tamamı için yüzde 35’in, Fransa için yüzde 50’nin üzerindedir.1 Arada ekonominin ne denli büyüdüğü de hesaba katılırsa, Hobbes’un Leviathan’ı günümüz devletinin yanında hayli cüce kalmaktadır.

Yani, verilere salt kronolojik olarak bakıp basit bir yorum yaparsak, günümüzün devleti emperyalizm çağının bakiyesidir.

Geçtiğimiz hafta, Marx ve Engels’in 19. yüzyıl boyunca devleti esasen sınıf mücadelesini baskılayan ve sınıf çelişkilerinin düzene yıkıcı ölçekte zarar vermemesini sağlayan bir kurum olarak gördüğünü; Lenin’in ise buna ek olarak devletin “emperyalist çıkarların taşıyıcısı” rolünü saptadığını yazmıştık.

Gelin, bu iki fonksiyonun 20. yüzyıl boyunca devleti nasıl şekillendirdiğini takip edelim…

***

Verilere biraz daha detaylı baktığımızda, emperyalist rekabetin gerçekten de devleti devleştirdiğini görürüz ve buna tek delil dünya savaşları dönemlerinde olağanüstü büyüyen devlet harcamaları değildir. Emperyalist sermaye öbekleri birbirleriyle sadece savaşta değil “barış”ta da devleti kullanarak rekabet etmekte, bu faktör devleti büyütmektedir.

Buna en iyi örnek Almanya’nın emperyalist yükselişidir. Alman devleti, Almanya’nın birliğinin sağlandığı 1870’den itibaren yakın rakipleri olan İngiltere ve Fransa’dan çok daha büyük hale gelmişti; zira bu iki emperyalist gücün sahip olduğu sömürge avantajından yoksun Alman sermayesi, dünyada kendisine ancak iç rekabeti baskılayarak ve tüm rekabet gücünü rakip emperyalist öbeklere yönelterek yer açabilecek durumdaydı. Ülkeyle aynı yıl (ve Merkez Bankası niteliği taşıyacak Reichsbank’tan altı yıl önce) kurulan Deutsche Bank’ın esprisi buydu: Neredeyse tüm sanayi tekellerinin ortak olduğu ve bu tekellerin hepsine ortak olan Deutsche Bank, kendi çıkarları doğrultusunda hareket eden müstakil bir şirketten ziyade Alman sermayesinin finans kooperatifi gibiydi. Ve bu yapı,........

© soL