Memlekete baktığımızda katlanılamaz yoksulluk, çaresiz bırakan işsizlik, okullarda açlıkla geçen çocukluk yüzümüze sertçe çarpıyor. Bir yanda asgari ücret sayısal ve teknik bir meseleymiş gibi ve zenginlerden ayrı konuşulabilirmiş gibi tartışılıyor. Diğer yanda bütçe görüşmelerinde emeğin bütçe hakkı, yani barınma, sağlık ve eğitim hakkı yok sayılıyor. Suriye ve Ortadoğu’da yaşanan emperyalist müdahaleler ise ülkenin geleceğine dair endişe verici bir çok soru işareti yaratıyor.
Tüm bu gelişmelerin ortasında ülke siyasal alanda eyleme iradesi zayıflamış, toplumsal alanda etnik, dini ve mezhepsel kalıplarla parçalanmış bir görünüm sergiliyor. Ve tüm bunların orta yerinde işçi sınıfının grev ve direnişleri de çoban ateşleri gibi yanıyor. Parçalanmışlığı, yorgunluğu ve iradesizliği dağıtacak bir mücadeleyi bugün yalnızca sosyalist sol yükseltebilir. Bu topraklarda ortak bir hayatı üretme ve paylaşma gücünü, inadını ve heyecanını ancak sosyalist sol örebilir. Bu ortak inadı ve heyecanı var edecek olan ise sosyalist ve devrimci geleneğin mirası olarak yurtseverliktir. Bugün yurtseverlik demenin zamanıdır o halde.
Yurtseverlik son yıllarda sola enjekte edilen liberalizmle birlikte “milliyetçilik” olarak adlandırılarak sosyalist soldan dışlandı. Milliyetçilikle eşitlenerek ve bu iki kavram birbirinin yerine kullanılarak silinmek istendi. Yurtseverliğin sosyalist soldaki anlamı bir ülke emekçilerinin hayatı hep birlikte üretme, üretilen değerleri kendi topraklarında tutma ve hep birlikte paylaşma iradesi iken bunu milliyetçilik saymak ve yerine kimlikleri, kültürleri, etnisiteleri, mezhepleri heyecanla sahiplenmek ortak bir ülke kurma heyecanını yok etmekti aslında. Liberal söylemin hegemonyası altında yurtseverlikle mesafelenen sol, son yıllarda bu topraklarda kendini “marjinal” kıldı. Bu toprakların çocukları olmaktan uzaklaştı. Başkalarının gözleriyle kendine ve halkına bakan........