Laiklik sınıf siyasetinin mücadele zeminidir |
Laiklik, ülkemizde çoğu zaman soyut bir ilke, anayasal bir başlık ya da kültürel bir tercih gibi tartışılıyor. Oysa emekçiler açısından laiklik, gündelik hayatın tam ortasında duran, çalışma koşullarını, yaşam şartlarını ve toplumsal eşitliği doğrudan belirleyen maddi bir meseledir.
Laiklik çoğu kez burjuva devrimlerinin hukuki ve kurumsal bir kazanımı olarak anlatılır. Bu anlatı, laikliği gizemli bir hale getirip tarihsel bağlamından koparmakla kalmaz, onu emekçi sınıfların yaşamı içindeki merkezi yerinden de dışlar. Söz konusu anlatı içinde devlet hiç kimsenin talep etmediği laikliği dışardan getirmiş gibi resmedilir. Oysa laikliğin toplumsal mayasında, dini sembolleri kullanan sınıf iktidarının ve kutsallaştırılmış ayrıcalıkların karşısına dikilen emekçilerin isyanları vardır. Vergi yüküne, angaryaya, ruhban sınıfının ayrıcalıklarına ve “kutsal” adına kurulan sömürü düzenine karşı yükselen isyanlar, laikliğin tarihsel zeminini oluşturur. Laiklik bu nedenle, emekçilerin yaşam, eşitlik ve adalet talebinin dünyevi ve siyasal ifadesidir.
Bugün laikliğin hedef haline geldiği bütün alanlarda emekçilerin çalışma ve yaşam koşullarının geriletildiğini açık biçimde gözlemliyoruz. İlk olarak, kamu politikalarının dinsel referanslarla yeniden kurgulanması geliyor. Bu, en doğrudan ve en ağır bedeli emekçilere ödeten bir sınıfsal tercihtir. Hafta sonu tatilinin cuma günü olması tartışılıyor, aile merkezli politikalarla kadınlar istihdamın dışına itiliyor, eğitim müfredatı sistemli biçimde dini söyleme referansla söz konusu eşitsizliği yeniden üretir hale getiriliyor. MESEM ve ÇEDES gibi uygulamalarla çocuk işçiliği meşrulaştırılıyor. İkinci olarak, sosyal haklar yurttaşlık temelinden koparılarak hayırseverliğe indirgeniyor, hayırseverliğin seçici, geçici, ihsan esaslı zeminine oturtuluyor. Yoksullar, dini bayramlarda “hatırlanıyor”. Kamusal sorumluluk dinsel lütufkarlığa indirgenmeye çalışılıyor.
Diğer yandan, çalışma rejiminde sadakat ve itaat, dinsel referanslar aracılığıyla yeniden üretilerek emek sürecinin asli bir bileşeni haline getiriliyor. İş kazalarına “fıtrat” deniyor, ağır sömürü işçi ve işverenin “ortak ibadet pratikleri”........