Woolf, doğa ve iktidar |
Orta çağ döneminde kulluk bilincini örgütleyen en etkili dili katedraller üretti. Tanrı’yla kul arasındaki ilişkiyi doğrudan açıklayan bu yapılar sivri kulelerinden pencerelerine, kemerlerinden kasvetli bezemelerine insana egemenliğin baskısını dayatmak gibi bir rolü üstlendi. Gotik sanat mimariyle bütünleşerek sıradan insanın özgünlüğünü elinden almaya yöneldi. Orta çağdan günümüze bir egemenlik aracı ve göstergesi olarak mimari hep başrolde oldu.
Bu düşüncenin bir örüntüsü olarak yakın geçmişimizde ülkemizde inşa edilen yapılara değil; kraliyet yerleşimi geçmişi olan, sömürge coğrafyalardan taşınmış bitkilerin sınıflandırıldığı, sergilendiği ve denetlendiği devasa botanik kompleks Kew Bahçeleri’ne bakacağız.
Engels’e göre birincil doğa insan müdahalesinden önce var olan, ölçüye dirençli doğadır; ikincil doğa ise sınıflandırılmış, düzenlenip faydaya bağlanmış olandır. İnsan doğaya hükmettiğini sanırken aslında kendi iktidar biçimini doğaya yansıtır.
Virginia Woolf’un Kew Bahçeleri adlı öyküsünde mekân, bakışı yöneten, akışı organize eden esas nüvedir. Engelsçi çerçevede ikincil doğanın neredeyse ideal örneği. Bitkiler doğanın bağlamından koparılmış, orada gezinen kişinin bakışı yönlendirmeyle kontrol altına alınmıştır.
Tadeo Ando, mimarinin billurlaşması için üç unsura gerek duyulduğunu söyler. Otantik malzeme, saf geometri ve doğa. Ancak bu işlenmemiş doğa değil, iktidarın eliyle düzen verilmiş doğadır. Ando’nun ifadesiyle bu “doğadan soyutlanmış düzen”dir: soyutlaştırılmış ışık, hava ve su. Böyle bir doğa, malzeme ve geometriyle kurulan mimariye dahil edildiğinde, mimari bizzat doğa tarafından soyutlanır; güç ve şaşaaya kavuşur. İnsan yalnızca mimarinin mümkün kıldığı bir görüntüyle etkilenir.
Woolf’un anlatısı bu şaşaanın tersine bakışı yataylaştırır. Yazar, otantik malzemesi olan dili, düşüncenin geometrisi ve doğanın varlığıyla billurlaştırır. Soyutlanan ışık, hava ve suyun betiminde mekân, anlatıcının gözünde görkem temsiline dönüşür.
“Işık, ya bir çakıltaşının gri, yumuşak yüzeyine ya da kahverengi boğumlu bir salyangoz kabuğuna vuruyordu: bazen de bir yağmur damlasına vuruyor, ince su çeperine öylesine yoğun kırmızı, mavi ve........