Mehmet Akiflerden yeni nesil Mehmet Akiflere: İslamcılar nereye gidiyor? |
Son birkaç haftadır ülke gündemini İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının Mehmet Akif Ersoy’u gözaltına alarak başlattığı, daha sonra merkezinde Rümeysa Ela Cebeci’nin yer aldığı operasyon oluşturuyor.
İlk aşamada belirgin olan, “dindar nesil” yetiştirme hedefiyle çıkılan yolda, İslamcıların ahlaki üstünlük iddiasıyla ve ahlakçı baskıyla toplumu nefes alamaz hale getirdikleri onca yılın ardından, bu camiada yaşananların ortaya dökülmesinin yol açtığı şok haliydi. Aynı zamanda operasyonun iktidar içinde nasıl bir siyasi hesaplaşmaya denk düştüğü sorgulanıyordu.
Bana kalırsa bu tartışmanın uzamasına engel olacak biçimde hızla ikinci aşamaya geçildi.
Özellikle Cebeci’nin cep telefonu bilgilerinin basına sızdırılmasıyla işin içine Sadettin Saran’ın da dahil edildiği magazinel yönü ağır basan ve bir tür “temizlik” iddiası içeren ikinci aşamaya geçildi. Kontrolü kaybederek Saran’ı gözaltına almalarıyla toz dumana karışmış olsa da, ileriki günlerde “temizlik” algısını yeniden inşa etmeye çalışacaklarını düşünüyorum.
Ben ilk anda yapılan tartışmalara, aslında bu tartışmaların önemli bir arkaplanı olduğu ve merkezinde kritik bir soru bulunduğu için geri dönmek istiyorum: İslamcılar nereye gidiyor?
Tarihsel olarak baktığımızda Türkiye’de İslamcılığın üç aşamadan geçtiğini söyleyebiliriz.
Birinci aşama, bazı aydınlar arasında İslamcılığın imparatorluğun kurtuluşunu amaçlayan bir ideoloji olarak şekillenmeye başladığı 19. yüzyıl sonudur. Bu noktada, eskinin ihyasından ziyade Batı düşüncesinin getirdiği yeni siyaset ve toplum anlayışının İslami kaidelerle bir noktaya kadar uzlaştırılması ve böylece Batı egemenliği ile başa çıkılması amaçlanmıştır. Modernizmden korkan ama onu reddedemeyen bu İslamcı kuşak, Abdülhamit istibdadına muhalefet ederek geliştiği için anayasacı, parlamenterist eğilimler taşır; kadın hakları gibi kendileri için zor bir başlıkta dahi modernist çerçeveye yaklaşır. Bu ilk kuşak, Osmanlı dışındaki reformcu İslamcılığın da etkisi altındadır. Giriştikleri uzlaştırma çabasının sınırları, İslamcı düşüncenin eklektizminde ve çelişkilerinde kendisini dışa vurur. I. Dünya Savaşı’nın kaybedilmesi ve yurdun işgale uğramasıyla birlikte İslam’ın kutsallarını, en başta halifeliği Batı işgalinden kurtarmak gayesiyle Anadolu’daki kurtuluş hareketine eklemlenirler.
Türkiye’de İslamcılığın düşünsel anlamda en özgün olduğu ve derinleşebildiği dönem bana kalırsa bu dönemdir. Siyasal olarak bakıldığında anti-emperyalist tonu belirginleşmiş, kurtuluş için Bolşevikler ile ilişkilenmekten çekinmeyen bir İslamcılıktan bahsediyoruz.
Bu açıdan Doğu Müslümanlarının “mazlum halklar İslam’ı”na ideolojik olarak yakınsamaktadır.
Cumhuriyet’in kuruluşunun ardından ardı ardına gelen devrimler ile İslam’ın siyasal alandaki etkisi büyük ölçüde ortadan kaldırılır. Sosyal etkisinin zayıflatılması daha uzun erimli bir çaba gerektirir ancak Cumhuriyet yönetimi bu açıdan da, sınırlı olmakla birlikte yol alır.
Kimileri bu aşamada İslamcı ağların özellikle Anadolu’da içe çekilerek kendilerini bir tür korumaya aldığını ve bu şekilde devrimlere........