İmamoğlu’nun Foreign Affairs yazısı ve Türkiye halkının güvenliği
Tarihçi Erik Jan Zürcher’in “Atlantik Türkiye” diye bir tanımlaması var. Bu tanımlamayı, Demokrat Parti dönemi dış politikasını adlandırmak için kullanıyor. Ekrem İmamoğlu imzasıyla 11 Aralık 2025 tarihinde Foreign Affairs dergisinde yayınlanan yazıyı okuyunca aklıma bu ifade geldi. Yazı, İmamoğlu’nun ve dolayısıyla CHP’nin dış politika perspektifini genel olarak bu tanımlamadaki çerçeveye yerleştiriyor.
İmamoğlu imzalı bu yazı, yayınlandığı mecra itibariyle Batı kamuoyuna değil, ABD’nin ve Avrupa’nın siyasi ve iktisadi elitlerine ulaşmayı hedefliyor. Yazı, uzun uzadıya Türkiye’deki anti-demokratik uygulamaları, hukuksuzlukları anlatıyor. Temel iddiası, içeride tam demokrasinin inşasının Türkiye’yi bölgesine istikrar getirecek bir ülke konumuna yükselteceği ve böylece Türkiye’nin Batı’nın güvenebileceği bir ortak haline gelebileceği. Batı-AKP ilişkisinde Batı, “demokratik değerlere yaslanan” taraf olarak kabul edilirken, AKP’nin Batı ile gelgitli ilişkisi eleştiriliyor.
İkincil önemde bir mesele olmakla birlikte, Batı ile ilgili bu varsayımın karşılığı olup olmadığına bakalım. Olmadığını yazıyı kaleme alan danışmanların da iyi bildiğini düşünüyorum ama yazıda Batı’nın bu şekilde konumlandırılmış olmasının rahatsız edici bazı sonuçları var.
“Demokratik gerilime”den bahsedeceksek bunun farklı ölçeklerde Batılı ülkeler için de söz konusu olduğu konusunda kuşku yok. İşin kolayına kaçıp Donald Trump’a işaret etmeyeceğim. Daha önce de birkaç defa ifade etmiştim: Trump’la uğraşmanın sistemin genelindeki ve özellikle Avrupa siyasetindeki anti-demokratik gelişmeleri gözden kaçırmaya yol açan bir yönü var. O yüzden ABD’deki gelişmeleri bir tarafa bırakarak Avrupa’ya bakalım.
Fransa’da Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un halk desteği yüzde 10’a kadar gerilemiş durumda. Macron, 2024 yılındaki son genel seçim sonuçlarını tanımadı. İktidarı seçimlerden lider çıkan solcu Yeni Halk Cephesi’ne vermemek için azınlık hükümetleri kurdurmayı tercih etti ve dikiş tutmayan hükümetler nedeniyle ülkeyi bir siyasi krizden diğerine sürükleyecek kadar otokratlığı ele aldı. Fransız yargısı Macron’un en önemli rakibi olan aşırı sağcı Marine Le Pen’i saf dışı etmek için yolsuzluk iddialarını kullanarak bu siyasetçiye siyasi yasak getirdi. Davanın amacı da buydu zaten. Bu tabloya baktığımda Fransa bana seçim sonuçlarını tanımayan, yargıyı siyasallaştıran iktidarları şikayet edebileceğiniz son ülkelerden biri olarak görünüyor.
Almanya’ya geçelim. Polislerin, Filistin soykırımına karşı sokağa çıkan bir kadını, kameraların önünde vahşice yumruklayıp burnunu kırarak gözaltına aldığı “Alman demokrasisi”ne. İfade özgürlüğünün yok sayıldığı, üniversitelerin baskı altına alındığı, İsrail’i eleştirmenin suç ilan edildiği Almanya’dan bahsediyorum. Üstelik son çıkan haberlere göre, Şansölye Friedrich Merz, henüz partisinin parlamento grubuna başkanlık ederken kendisine hakaret ettikleri gerekçesiyle yüzlerce kişiyi mahkemeye vermişti ve bu suçlamayla iki kişinin evi basılmıştı.
İngiltere’yi ise uzaklarda aramaya gerek yok: Bu emperyalist ülkeyi, tam da şanına yakışır şekilde, en son Şara’nın sarayında bir odada bulduk. İngiliz yönetici sınıfının ne tür liderlerden hoşlandığını anlamak için bu bilgi yeterli.
Dediğim gibi bence burada, Avrupa’nın siyasi çürümesi ve sevilen kavramla “demokratik gerilemesi” ikincil önemde. Ancak önemsiz değil... Çünkü yazıyı okuyan biz yurttaşlar için Avrupa’ya atfedilen irtifa, göç gibi başlıklarda dengeli bir ilişkisi gözetilmiş olsa bile, en hafif tabirle can sıkıcı. Çünkü yazıya damgasını vuran his, kendini Batı’ya beğendirme arzusu.
Bu yazıyı trajik yapan bir hakikat daha var. Avrupa’nın da Avrupa Birliği’nin de kendisine atfedilen değerlerden ne kadar uzak düştüğünü biz aslında 19 Mart operasyonundan hemen sonra deneyimleyip görmüştük. İngiltere ve Almanya, İmamoğlu’na yapılanlardan ve halkın seçme-seçilme hakkının gasp edilmesinden ziyade Türkiye’ye Eurofighter savaş uçağı satışıyla ilgilendiklerini açık bir şekilde göstermişlerdi.
Aslına bakarsanız, Batı’dan aksi bir tavır........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Waka Ikeda
Grant Arthur Gochin