Günler hızlı geçiyor benim için. Bu hız, zamanı kavrayış ve yaşayış yaş almakla ilgili sanırım diye düşünür iken kızlarımın da aynı dertten mustarip olduklarına tanık oldum. Ne ara Cuma oldu, ne ara hafta bitti sorularının ardı arkası kesilmeyince anladım ki dert çok, hem dert yok. Yeni yıldan talebimiz bir gün 48 saat olsun. Yoksa 24 saatte yetiştiremiyoruz hiçbir şeyi. Kendime çok yakın bulduğum imge Alice’in beyaz tavşanının sürekli saate bakarak mutsuzluk içinde bir yerlere yetişmeye çalışması. Ama ben bunu tersine çeviriyorum gelen yılda, evet yine koşuşturacağım ama mutlulukla ve şiirle. Geleceği düşünerek değil şu anda ve mutlulukla seyirteceğim, bu hangi koşulda mı olacak? Elbette bir gün 48 saat olduğunda. Bakın hele:
Balık kavağa çıktığında, pireler berber olduğunda, annem kaşıkta babam beşikte iken, ben babamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken, millet saatleri ayarlayıp ayarlayıp işe geç kalıp güne aymayıp, gecesine yorgun, babam yaramaz çocuk, horoz şekerini alıp kaçtığında, bana nanik yaptığında, annem ıngalarken ocak başında külün içine düşüp kaybolunca bende bir telaş, ah yetişemedim, yine yetişemedim, yine kaçırdım, kaybettim çocuğu diye diye ağlar iken, çocuk işçi, güzelim yavrum tinerlerde yanar iken, o yavru alacaklı alacaklı canevime bakar iken, deve tellal pire berber iken, ben teneke dünyayı tangur tungur yuvarlar iken…
Uzatmayayım deliliğin sonu yok ama adıma deli arkama çalı… Başka türlü yaşayabilmek mümkün müdür sayın müdür? Ya........