İçime bir yitiklik çöreklendi bir türlü gitmiyor. İki hafta sonra yeni bir yıl gelecek ve ardımızda bıraktığımız yirmi dört, yirmi beşe akacak. Çeyreğini bitirmiş olacağız yirmi birinci yüzyılın.
Zaman nedir?
Bendeki yitiklik duygusu zamanla ilgili değil, hayır. Bu ıssızlık, çaresizliğin beraberinde getirdiği bir şey olmalı. Bir nevi yas içindeyim, evet. Suriye’de olup bitenler beni düşündüğümden daha çok etkiledi. Füruğ Ferruhzad’ın söylediği “Beni buraya kader getirdi, kalbim acıdan çatlıyor.” dizelerindeki kuyu gibi. Kuyu öyle derin ki sesimi duyuramıyorum, bir yankı odasındayım da sözlerim yeniden bana geliyor sanki. Kocaman bir yalan içinde nefes alamıyorum. Gorgo sürüleri karanlıktan parlayan yağlı ve kalın derileri, Toyota kamyonetleri, motosikletleri, silahları, siyah sakalları ve çatal dilleri ile ava çıkmışlar. Karanlığın kapıları açılmış, Pandora’nın kutusu açılalı çok oldu. Tekinsizlik, tedirginlik, korku, huzursuzluk, endişe ile çepeçevre sarılmış kötü bir alacakaranlık filminden gözlerimi bir türlü alamıyorum.
Dilim tutuldu. Giderek pelteleşen bir pıhtı atmasıyla akıyor düşüncelerim düzensiz ama bir o kadar öfkeli. İsyanım durmuyor, giderek kekeme oluyorum, çok hızlı düşünüyor ama söze dökerken kelimeler kifayetsiz kalıyor. Konuşamıyorum, sayıklamalar içinde ocağımıza incir ağacı dikenleri, umudu elimizde alanları, şıvgalarım kıranları…
Culani’nin başına ödüller konmuştu, hani?
PR lazım, yani public relation yani halkla ilişkiler, buyrunuz, elbette şirket yönetir gibi yönetmelisiniz zaten koca Suriye’yi sahibinin sesi olarak ama arada duyurmalısınız gür sesini mezhepçiliğin, din adına aldatmalısınız, din ile aldatmalısınız.
Culani’nin başına ödüller konmuştu, hani?
Yine mi demokrasi götürmek istediniz yine mi?
Ey, emperyalizmin kara çeteleri, kudretli gorgoları, kara kralları? Kararınız bu........