Halk partilerinden kartel partilerine demokrasi sarhoşluğu

Tarihe “Weimar travması” olarak yazılan bir dönem var.

Kabaca 1. Dünya Savaşı’nın bitiminden Hitlercilerin iktidara gelişine kadar geçen bu dönem önemli birçok dönemeç barındırıyordu ama temel meselelerden biri demokrasinin sahibinin kim olduğuydu.

Fakat, kayıtlara benzer biçimde geçecek bir “Duma travması” görmüyorduk. Almanya’da ne olmuştu da bir travma ikincisini yani klasik faşizm dediğimiz şeyi yaratabilmiş, parlamentoya beslenen umutları öldürebilmişti?

Weimar’ın parlamentosu 14 yıllık kısa ömründe 40’a yakın siyasi partiye ev sahipliği yapmıştı. Yani burjuva devletin çiçeği burnunda parlamentosu nisbi temsil ilkesiyle “alın size demokrasi” diyerek gelmişti. Böyle bir parlamento Alman tekelleri için fazlasıyla dinamikti. Güçlü ve stabil bir hükümetin ortaya çıkması zordu. Bu, rövanş hazırlığında bir sermaye sınıfı için pek de istenilir bir şey değildi.

Peki bu dinamizmin asıl kaynağı neydi? Bu siyasi partiler, örneğin Maurice Duverger’in dediği gibi, parlamento gruplarından ve seçimlerin doğasından mı türüyordu? Alman parlamentosunun vekilleri de İngiliz vekiller gibi oylarını satılığa çıkarabiliyor ve bunu yarı resmi bir bürokrasiye bağlayabiliyor muydu?

Açıkçası genel oy hakkı parlamento kartelini kıran bir dinamizm üretmişti. On yıllardır siyasi hayatın dışına itilen emekçi sınıflardı söz konusu olan. Ama bütün bunları mümkün kılan, “siyasi parti”yi yeniden üreten bir keşif de söz konusuydu. Alman sosyal demokrasisi siyasetten anlaşılan şeyi değiştirmişti.

Alman Sosyaldemokrat Partisi, işçi sınıfı gettolarından güçlenerek siyaset sahnesine çıkmıştı. “Halk partisi”, “kitle partisi” veya adına ne dersek diyelim ama siyasette parlamento dışı gücün asıl belirleyici olduğu bir dönemdi bu.

Bu keşifle Weimar travması bir araya geldiğinde ortaya ne çıkabilirdi? Parlamentoya umudunu kaybeden ve giderek öfkelenen geniş kitleler için elbette başka alternatifler söz konusu olacaktı.

Buradaki temel ders şuydu: İtalya’da da Almanya’da ve hatta Fransa’nın 3. Cumhuriyet’inde de demokrasi paralize olurken, faşist alternatif parlamento dışından güç alarak geliyordu. Demokrasi paralize oluyordu olmasına ama sosyalist hareket de demokrasiyi daha yeni keşfetmeye başlamıştı, demokrasinin daha yenecek ekmeği vardı!

Ta ki faşizm bu kısa demokrasi rüyasını sona erdirene dek…

Oysaki demokrasi rüyası 2. Savaş biterken yeniden canlanacaktı.

2. Savaş bittiğinde Avrupa’nın en önemli ülkelerinde komünistler bir yandan işçi sınıfının temsiliyeti, diğer yandan direniş ve kurtuluş hareketlerinin en önemli unsuru olarak güç kazanmıştı. Bu gerçek bir güçtü,........

© soL