Henüz Erdoğan’dan kurtulamamışken “Erdoğan sonrası” için konuşmak yersiz mi?
Üstelik kimin (veya kimlerin) Erdoğan’ın yerini alacağı, siyasi partilere ne olacağı bu kadar belirsizken, dolayısıyla önce biraz “görmek” gerekiyorken…
Geleceğin ne getireceğini görmek, ona göre konuşmak ve konuşlanmak…
Oysa bizim şu an ihtiyacımız olan şey biraz da ne göreceğimize karar vermek. Yani ihtiyacımız olan şey biraz teori.
Peki teori ne diyor?
Teori Türkiye’yi yönetenlerin hangi programı uyguladığını sorgulayarak işe başlamalısın diyor.
O halde çok net söyleyerek başlamalıyız. Türkiye’nin önündeki program TÜSİAD'ın programıdır.
Türkiye’yi yöneten siyasi kadrolar şu ya da bu açıyla şu ya da bu itirazla ama belli bir zorunlulukla hareket etmekte, TÜSİAD’ın yani Türkiye’nin büyük, tekelci ve dilerseniz “hegemonik” sermayesinin programını uygulamaktadır.
Bu program belli bir gecikmeyle devreye girmiş olsa da son derece dikkatli bir biçimde hayata geçirilmektedir.
Yani Erdoğan’a “Mehmet Şimşek’i zamanında görevlendirseydin şimdi acı reçete olmazdı” diyen Murat Yetkin yanılmakla kalmıyor, kasıtlı olarak yanıltıyor.
Çünkü, aslında, söz konusu gecikmenin kendisi de bir açıdan “başarıdır”.
Bilindiği gibi, TÜSİAD bu konuda farklı sermaye çevreleriyle gerilim halindedir. Türkiye’de kaynak sorunu yaşayan ve düşük faiz değersiz TL’yi tercih eden bir sermayedar toplamı vardır. Bunlar kendi programlarını kutsallaştırmak için “faiz lobisi” argümanına başvurmakla meşguldürler. Ancak acı reçetenin gecikmesi bu ekibin programının uygulandığı anlamına gelmemektedir. Bu, TÜSİAD'ı hafife almak anlamına gelir.
Önemli olan şudur ki seçim arifesinde acı reçeteyle uğraşmak istemeyen yalnızca Erdoğan değildir. TÜSİAD da bunun farkındadır. Hayat pahalılığını idare etmek bir şeydir, ancak geniş işsizliğin ve kemer sıkmanın sadece hükümet değişikliğiyle sonuçlanabileceğini ve orada kalabileceğini düşünmek Türkiye’yi kolay risk alınabilir bir ülke zannetmektir.
Ayrıca gecikme, TÜSİAD’ın kendi programını “rasyonel olan budur” diyerek halkın programı gibi sunmasına imkan sağlamıştır. Bu gerilimin yönetilebilmesidir “başarı” olan.
Öyleki şimdi kimsenin “faiz lobisi”ni umursadığı yoktur!
Ötesi de var. Fiyat istikrarı, politika faizi, kur dengeleri bu gerilimin içerisinde kendine yer bulur ama bundan ibaret değildir. Burada emeğin üretkenlik seviyesi, hangi malların nasıl üretildiği ve uluslararası piyasalarda hangi zincire yerleştiği gibi pek çok farklılık devreye girer.
Bu belki başka bir yazının konusu. Ama yeri gelmişken bizim için önemli olan kısma değinelim: Türkiye sermaye sınıfının iç gerilimlerinde belirleyici olan nedir?
TÜSİAD sermayesi uluslararası bağlantıları, kredi olanakları, Türkiye ekonomisinin kaynaklarının kullanımı gibi bir dizi başlıkta “hegemonik”tir. Uluslararası piyasaların durumu, kredi olanakları, sıcak paranın hareketi gibi başlıkların Türkiye ekonomisi açısından ifade ettiği anlam işte bu büyük sermayenin programı üzerinden anlaşılabilir. Büyük sermayenin programı hem sermaye içi gerilimlere hem de emekçi çoğunluğun çıkarlarına baskın gelerek devreye girmiştir.
Aslında bugün uygulanmasına başlanan programın tarihi 2018’in de öncesine dayanıyor bile denebilir. Halbuki........