Veri bulutu değil, online toplama kampları: Teknoloji şirketleri Gazze soykırımına nasıl ortak oluyor?

Kolombiya’nın kuzeyindeki 20 bin kişilik küçük Segovia kasabası, 11 Kasım 1988 gecesi kanlı bir baskına uğradı. 30 silahlı sağcı militan, işçi hareketinin güçlü olduğu ve en son yerel seçimlerde solcuların kazandığı küçük maden kasabasını gece yarısı basmış, gelişigüzel bir şekilde evleri, dükkanları taramış, çocukların üzerine dinamit atmıştı. 43 kasabalı ve solcu militan katledilmiş, 100 kişi yaralanmıştı.

Yabancı ülkelerin desteklediği sağ ve sol militan grupların birbiriyle çatıştığı ve sivilleri katlettiği Kolombiya “iç savaşının” bir parçası olan bu kanlı baskın, İsrailli militanların Nakba sırasında Filistinlilerin köylerini basıp sivilleri katlederek zorunlu göçe zorlamasını andırıyordu. Nitekim, köyü basan faşist terör örgütü AUC (Kolombiya Birleşik Meşru Müdafaa Güçleri) militanları emekli İsrailli yarbay Yair Klein tarafından eğitilmişti. Daha sonrasında gıyabında yargılanıp hüküm giydiği üzere Yair Klein, Güney Amerika’daki faşist militanlara kurduğu özel askeri şirketi aracılığıyla eğitim veriyor, silah tedarik ediyordu.

Hakkındaki suçlamalar nedeniyle Rusya’da tutuklanan Yair Klein, AİHM kararının da etkisiyle Kolombiya’ya iade edilmedi, 2010’da serbest bırakılıp İsrail’e döndü.

Askeri eğitimini İsrailli bir yarbaydan alan AUC’un finansmanını sağlayanlardan biriyse Amerikalı bir muz şirketiydi. Chiquita şirketi, 1997-2004 yılları arasında AUC’ye 1.7 milyon dolar ödemişti. AUC ise bu paranın karşılığında hakimiyet kurduğu bölgelerdeki toprak sahiplerini öldürüyor, kaçırıyor, işkence ediyor, şirkete topraklarını yok pahasına satmalarını sağlıyor, ürünlerini ucuza vermeleri, daha fazla çalışmaları için zorluyordu. Tarlasını ve ürününü satmak istemeyenler bir gece yarısı yataklarından alınıp kaçırılıyor, aileleler eğer şanslıysa akrabalarının, eşlerinin dostlarının cesetlerini ertesi gün yol kenarlarında, ormanlık arazilerde buluyordu. Bu tür sistematik insan hakkı ihlallerinden ötürü ABD, AUC’yi 2001 yılında terör örgütü ilan etmişti. Chiquita şirketi ise bu tarihten sonra dahi terör örgütüne yaklaşık 800 bin dolar vermeye devam etmiş ve bu nedenle hakkında federal bir soruşturma açılmıştı. Şirket hükümetle uzlaşı yolunu seçerek soruşturmanın düşmesini sağladı, 5 yıl boyunca denetlendi ve 25 milyon dolarlık bir ceza ödedi.

Şirketin federal hükümet nezdinde AUC’ye kaynak aktardığını itiraf etmesi üzerine yakınlarını kaybeden Kolombiyalılar, Earth Rights gibi Amerikalı STK’ların desteğiyle 2007 yılında ses getiren önemli bir tazminat davası açtı. İleri sürdükleri gerekçeler netti. Chiquita, AUC’ye para aktarmış, bu para sayesinde varlığını sürdüren AUC de sivilleri katletmişti. Bu nedenle şirket hayatını kaybeden veya zorla kaybettirilenlerin yakınlarına tazminat ödemeliydi. Amerikalı bir şirketin başka bir ülkedeki insan hakkı ihlallerindeki sorumluluğunu ispat etmek ve bu nedenle hesap sormak pek kolay değildi. Davacı kurumlar ve mağdur aileler, 17 sene boyunca çetin bir hukuk mücadelesi verdi, farklı yasal imkanlar denendi, çeşitli teoriler ileri sürüldü.

Nihayetinde 10 Haziran 2024 günü, Florida’daki ilk derece federal mahkemesinin jürisi, AUC’nin 8 Kolombiya vatandaşının katletmesinden dolayı Chiquita şirketinin sorumlu olduğuna ve yakınını kaybeden 16 kişiye 38 milyon dolarlık bir tazminat ödemesine hükmetti.

Karar henüz kesin değil. Şirket karara itiraz edecek, belki de büyük şirketler aleyhine bu tür kararlar verilmesine karşı temkinli olan muhafazakar yargıç çoğunluklu Yüksek Mahkeme alınan kararın hukuka uygun olmadığına hükmedecek. Fakat Chiquita kararı, Amerikalı bir şirketinin başka bir ülkedeki insan hakkı ihlallerinden dolayı tazminata mahkum edildiği nadir kararlardan biri. Kararın sadece Amerikan hukuk tarihi açısından sembolik bir önemi yok. Bu karar aynı zamanda ileri tarihli farklı kararları etkileyebilecek düzeyde bir içtihat kapısını aralıyor. Zira Amerikalı şirketlerin desteğiyle, İsrailli albayların verdiği eğitimle yürütülen katliamlar her ne kadar Kolombiya’da sona ermiş olsa da Gazze’de hala devam ediyor.

İsrail Hazine Bakanlığı, Nisan 2021’de Google ve Amazon şirketleriyle 1.2 milyar dolarlık bir sözleşme imzaladı: Nimbus projesi. Nimbus projesi uyarınca, İsrail devleti Amazon ve Google’dan veri saklamak için kullanılan bulut teknolojilerini satın alacak, bu şirketler İsrail’de veri saklama merkezleri/çiftlikleri kuracak, hükümetin kendi sunucularında sakladığı veriler zaman içerisinde bu şirketlerin sağladığı veri havuzlarına aktarılacak ve verilerin saklanma sürecinde şirketlerin aktif desteği alınacaktı. Sözleşme uyarınca, Google ve Amazon’un İsrail devletine ait kurumlarla çalışmamayı tercih etme şansı yoktu. İsrail’in bu maddeyi özellikle eklemesi oldukça doğaldı. Zira proje duyurulur duyrulmaz birçok Amazon ve Google çalışanı teknoloji şirketlerinin Filistinlilere karşı insan hakkı eylemlerine imza atan İsrail güvenlik güçleri veya İsrail devletiyle ilişkili silah/savunma şirketleriyle çalışmasına karşı olduklarını belirtmişti. İsrail bu tür kurumlarla çalışmak istenmemesinin önüne geçmişti.

“No Tech for Apartheid” (Apartheid rejimine teknoloji yok) kampanyası kapsamında birçok eylem düzenlenmiş, şirket çalışanları ofisleri ve konferansları basmış. Google Cloud yöneticisinin ofisini basan 28 Google çalışanı işten kovulmuştu.

Son 10 aydır binlerce Filistinli sivilin, kadının ve çocuğun katledildiği Gazze Soykırımı karşısında işlerinden atılan teknoloji şirketi çalışanlarının ne kadar haklı olduğu net bir şekilde ortaya çıktı. Uzun bir süredir kamu kurumlarında ve orduda çalışan kaynakları sayesinde İsrail’in işlediği savaş suçlarıyla ilgili özel araştırma dosyaları yayınlayan liberal solcu 972 Magazine sitesinin İsrailli araştırmacı gazetecisi Yuval Abraham, İsrail’in milyonlarca Gazzeli’ye ait istihbarat verilerini Amazon şirketinin sağladığı AWS veri bulutunda sakladığını ve sivillerin katledildiği saldırılarda hedefleri seçerken bu verileri kullandığını haberleştirdi.

Yuval Abraham sadece önemli dosyalara imza atan bir gazeteci değil. Aynı zamanda ödüllü bir yönetmen. Bu sene düzenlenen 74. Berlin Uluslararası Film Festivali’nde Batı Şeria’daki İsrail işgalini anlattığı “No Other Land” (Başka bir Toprak Yok) belgeseliyle iki ödül kazanmış bir isim. Festival konuşmasında belgeselin Filistinli eş-yönetmeni Basel Adra ile birlikte İsrail’i çok sert bir şekilde eleştirmiş, İsrail’in bir Apartheid rejimi olduğunu söyleyip, ateşkes çağrısında bulıunmuştu. Berlin Belediye Başkanı başta olmak üzere en ufak bir İsrail eleştirisi duyunca histeri krizine giren Alman siyasetçiler Yahudi yönetmeni “antisemitik” ilan etmiş, hedef göstermişti. Nitekim Yuval Abraham’ın evinin önünde radikal sağcılar eylem düzenlemiş, genç yönetmen ve ailesine ölüm tehditleri yollamış, Abraham İsrail’e bir süre dönemeyip Atina’da beklemek zorunda kalmıştı.

Yuval Abraham, İsrail’e döndüğünden beri harıl harıl ileride Uluslararası Adalet Divanı veya Uluslararası Ceza Mahkemesi’ndeki dava dosyalarına girecek delilleri ortaya çıkarıyor. İsrail ordusu, istihbarat kurumları ve bakanlıklarda çalışan solcu ve liberal kamu görevlileriyle anonim bir şekilde konuşuyor, kendisine gelen ihbarları araştırma dosyalarına dönüştürüyor ve İsrail’in Gazze’de işlediği soykırımın detaylarını dünyaya İngilizce anlatıyor. Yuval Abraham’ın yaptığı birçok haber, Batı medyasının manşetlerini belirliyor.

Abraham, geçen aylarda İsrail’in yapay zeka uygulamalarını kullanarak Gazze’deki hedeflerini seçtiğini ortaya çıkarmıştı. İsrail’in yapay zekayla işlediği soykırım iki aşamalıydı. İlk aşamada Lavender, yani Lavanta kullanılıyordu. Gazze’de yaklaşık 40 bin Hamasçının bulunduğunu tahmin eden İsrail, bomba atılmasına yönelik emirleri hızlandırmak adına Gazze’de yaşayan 2 milyon kişiyi 1’den 100’e kadar puanlayan ve sisteme yüklenmiş belirli kriterler ışığında Hamasçı olup olmadığına kanaat getiren bir yapay zeka uygulaması geliştirmişti. Lavender, adres ve telefonlarını sık sık değiştiren, Hamasçıların olduğu belirli Whatsapp gruplarında bulunan kişileri tespit ediyor, bu kişilerin Hamasçı olduğuna kanaat getiriyor ve bir liste hazırlıyordu. İsrail istihbaratı bu listeyi kontrol ettiklerinde kendi verilerine göre hata payının  olduğunu fark etmişti. İsrail 7 Ekim sonrasında saldırıları hızlandırmak adına ek bir kontrol yapmadan bu yapay zeka uygulamasının hazırladığı listeyi kullanmaya başlamıştı. Yuval Abraham’a konuşan askerler, kendilerinin sadece “mühür mercii” olduğunu, listedeki her ismin teyidi için sadece 20 saniye ayırdıklarını, bu teyidin de sadece kişinin erkek olup olmadığına yönelik yürütüldüğünü söylemişti. Fakat yapay zeka uygulamasının........

© Serbestiyet