Geçen hafta önce Kayseri’de, bir Suriyelinin küçük bir çocuğu taciz ettiği iddiasıyla bir kitle tarafından Suriyeliler hedef alındı. Sokağa dökülenler Suriyelilerin evlerine saldırdılar, dükkânlarını ve araçlarını yaktılar, mallarını yağmaladılar. Daha sonra Bursa, Hatay, Adana, Antep ve Konya’da da Suriyeliler şiddete ve nefret söylemine maruz kaldılar. Antalya-Serik’te 17 yaşında bir Suriyeli çocuk, bıçaklanarak öldürüldü.
Çok tehlikeli bir hal bu; günah keçisi haline getirilenleri linç etmeye hazır bir kitle, kışkırtma çıkarmakta mahir gruplar ve kötülüğü harekete geçirmeyi gaye edinmiş siyasiler ortalıkta kol geziyor. Küçük bir kıvılcım şehirleri bir yangın topuna çevirebilir ve o top geçip gittiği her yeri küle çevirebilir. Ve ne yazık ki Türkiye’nin tarihi bu türden meşum hadiselere yabancı değil, bu ülkede insanlar birçok linçe ya da linç girişimine tanık oldu.
Tanıl Bora Türkiye’nin Linç Rejimi* başlıklı kitabında “milli refleks” adı altında bir haklılık çerçevesi içine alınan tepkilerin şiddete dönüşmesi ve linçlere yol açmasının, Türkiye’de “devlet geleneği” içinde köklü bir uygulama olduğunu belirtir. Bir tepki millete izafe edildiğinde artık onun önünde durulmaz. Ve eğer bu tepki hukuku çiğner ve nahoş bir maliyet doğurursa, o zaman da bu tepki hedefi gözetilerek meşrulaştırılır ya da en azından hoş görülebilir kılınır.
Milli refleks daima “tehlikeli” ya da “zararlı” olarak nitelendirilen kişi ya da gruplara karşı harekete geçirilir. Toplumsal hayat içinde karşılaşılan karmaşık sorunların faturası hep kendimiz dışındaki kişi ya da gruplara kesilir. Bir günah keçisi ilan edilir, kanayan yaralar ondan bilinir ve sorumluluğun tamamı onun sırtına yıkılır. Dertlerin deva bulması için, kitlenin gözünde kötülük timsaline dönüşen bu kişi ya da grupların cezalandırılması veya ortadan kaldırılması icap eder.
Tehlikeli ve zararlı olanları belirleyen liste şartlara göre güncellenir; listenin içeriği ve sıralaması değişim gösterebilir. Mamafih Kürtler, solcular ve gayrimüslimler, Cumhuriyet tarihi boyunca o listeden hiç çıkmazlar, onlar listenin demirbaşıdır. Bugün için ise en tehlikeli ve en zararlı sıfatı, Suriyeliler dolayımıyla mültecilere, sığınmacılara, göçmenlere yapıştırılır.
Linç ve linç girişimlerinde hep benzer bir örüntü ile karşılaşılır. Devlet, bir süreliğine şiddet tekelini devre dışı bırakır ve hastalıklı sayılan kesimlerin üzerine milli refleksin boca edilmesine ses çıkarmaz. Devlet linçten hem iç hem de dış politikada faydalanır. İçte, sorun olduğu varsayılanların kendini tehdit altında hissetmelerini ve taleplerini asgariye düşürmelerini sağlar. Dışta ise, diplomasi masasında muhataplarına karşı ileri sürülecek bir koz olarak iş görür.
“Milli cemaat aidiyeti içinde erimek”
Linç eylemleri, “milletin hassasiyeti” ve “milletin hakkı” gibi kavramlarla meşrulaştırılır. Arzu edilmeyen bir netice ile karşılaşmak istenmiyorsa herkesin milletin hassasiyetlerine uygun davranması gerektiğinden bahsedilir. Damarlarına basıldığında milletin tepkisinin zincirlerinden boşalacağı, milletin sorunları kendi imkânlarıyla çözmeye kalkacağı ve milletin hakkını kimseye bırakmayacağı yollu gözdağları verilir. Millet, gerektiğinde ihkak-ı hakka müracaat edebilecektir; bunun yolu açık bırakılır.
“Daha önemlisi, bu yöntemin bir rıza üretim mekanizması olarak işlemesidir. Akla değil, aslında duygulara da değil, reflekse, güdülere hitap eden böylesi kampanyalar, öfkesi hatta saldırganlığı serbest bırakılan toplulukların bir kitle dinamiği içinde özdeşleşme ve........© Serbestiyet