Annemizin liginde vaziyet

Annemizin ligi, geçen yıl dengeden yoksundu. Beşiktaş (BJK) ve Trabzonspor (TS) daha sezonun ilk haftalarında havlu atınca, yarış Galatasaray (GS) ve Fenerbahçe (FB) arasında geçti. Bütün bir sezon boyunca GS’nin mi yoksa FB’nin mi ligi zirvede bitireceği sorusunun cevabı arandı. Diğer takımların esamisi bile okunmadı. GS 102 puanla şampiyon, FB 99 puanla ikinci oldu. GS ile üçüncü olan TS arasındaki tam 35 puanlık fark, ligin dengesizliğini gözler önüne seriyordu.

GS ve FB ile TS ve BJK arasında kolay kapanmayacak bir mesafe oluştu. Cim Bom, bir önceki yılki iskeletini korudu. GS, Muslera, Abdulkerim, Torreira ve Icardi’den oluşan ve birçok sorunun çözülmesini kolaylaştıran bir omurgaya sahip. Bu sağlam omurga doğru bir-iki isimle de desteklenince ve Barış Alper ile Mertens’in formları da bilhassa sezonun ikinci yarısında zirve yapınca, GS üst üste ikinci şampiyonluğuna ulaştı.

Okan Buruk, kadro yönetimi konusunda çok başarılı bir imtihandan geçti. Zaha, Ziyech, Ndombélé ve Tetê gibi şöhretlerin altında ezilmedi. Egoları yüksek oyuncuları iyi idare etti. Kimseye ayrıcalık tanımadı, isme değil performansa baktı. Hazır bulmadığını yanında oturttu ama onları hep takım içinde tutmasını ve sahaya sürdüğünde onlardan verim almasını bildi.

Buruk’un formayı hep hak ettiğini düşündüğü isimlere vermesi, onunla futbolcuları arasında bir güven ortamı oluşturdu. Futbolcular hoşnut olmasalar da, hocanın kararlarına itiraz etmediler. Nitekim kadrosunda baş edilmeleri zor oyuncular bulundurmasına rağmen, bu forma adaleti nedeniyle GS’de futbolcu merkezli büyük bir kriz yaşanmadı. Dolayısıyla GS’nin bu başarısında Buruk’un kadroyu kullanma ve yönetme tarzının en büyük belirleyicilerden biri olduğu söylenebilir.

FB, yıllardır süren şampiyonluk hasretine bir son vermek için güçlü ve geniş bir kadro kurdu. Bu kadronun hem ligi hem de Konferans Ligi’ni alması işten bile bile değildi. Ancak büyük iddialarla girilen bir sezon yine hayal kırıklığıyla bitti. FB mücadele ettiği dört mecradan da (Süper Lig, Türkiye Kupası, Süper Kupa ve Avrupa) eli boş çıktı.

Bu başarısızlığın müsebbibi hakkında farklı aktörler işaret edilebilir; örneğin kimileri faturayı İsmail Kartal’a çıkarabilir. Kuşkusuz, direksiyonun başında olması itibarıyla, bu nahoş tablodan Kartal’ın payına düşen de vardır. Misal, Olimpiakos maçının ilk yarısındaki kadro tercihi bir faciaydı, bu hata belki de kupaya mal oldu. Buna mukabil yine de FB taraftarının süreklileşen mutsuzluğunda aslan payının Kartal’da değil yönetimde olduğu kanısındayım.

FB yönetimi, sezon boyunca kendi yetersizliğini ve tercih hatalarını sorgulamaktan ısrarla kaçındı ve başarısızlığı hep başka adreslere (TFF’de, hakemlerde, medyada vs.) havale etmeye çalıştı. Saha içindeki durumundan ziyade saha dışında tartışmalara zaman harcadı ve böylelikle de hem takımın hem de taraftarın dikkatini hep saha dışına kaydırdı.

Akıl almaz birçok işi oldu FB yönetiminin. Mesela, Suudi Arabistan’da manasız bir krizin ortağı oldu. Bir Avrupa maçı öncesindeki lig maçının ertelenmemesini bahane ederek Süper Kupa finaline U 19 ile çıkma ve sahadan çekilme kararı verdi. Başkan Ali Koç “Ben varken FB’yi şampiyon yapmazlar” diyerek başarısızlığı önceden satın aldı vs.

İlk akla gelenler bunlar, hafızayı biraz zorlasak daha neler çıkar! Ve bunların hepsinde alınan tavır, rakiplerde değil, FB’de tahribat yarattı. Ali Koç ve ekibinin, küpüne zarar veren bir keskin sirke hali var.

Neyse ki bu sezon da GS maçında galip gelindi de, bütün yıl temize çekildi ve “Asıl şampiyonun kim olduğu görüldü” kandırmacasının ardına saklanılarak gönüller avutuldu!

TS, şampiyon olduktan sonra bir türlü doğru rotaya oturamadı. Abdullah Avcı’nın şampiyon takımı dağıtıp yeni bir takım kurma projesi elde patladı. Avcı’nın yerine getirilen Bjelica yanlış bir tercihti. Ortası olmayan, dengesiz, ya yenilen ya da yenen ama yenerken de sevdiklerini pek tatmin etmeyen bir oyunla Bjelica ile çok yol gidilmeyeceği belliydi.........

© Serbestiyet