Akademi hakikatin peşinde midir? |
Beşeri bilimlere aşina biri olarak yazıyorum. Akademisyenlerin mahalleli halktan farkı pek azdır. En az onlar kadar modalara kapılırlar. En az onlar kadar çaresiz ademcocuklarıdır. Çok da kolay kötü yollara düşerler. En saçma konuya araştırma fonu koyulsa hemen oraya seğirtirler. Akademi aleminde çeteleşmeler hatta mafyalaşma vardır. Networksuz yaprak düşmez. Dayanisma gruplarina girmeden tutunmak cok zordur. Yerine göre yeni katılanlara hem fikri hem de sosyal anlamda zorbalık uygulanabilir. Mahalleler vardır. Yerine göre bu mahallelerin sakinleri haraca bağlanır. Bürokrasi ve yayın tesisatlarında vanaları tutanlar, vanalara tutunmak isteyenlerden atıf toplarlar. (Atıflı işleri akçeli işlere kadar düşüren sahte dergiler ve parayla yayın gibi gariplikler bile zuhur edebilir).
Akademisyenlerin çoğu canını kurtarmak için sisteme ayak uydurur, çeteleşmeye karşı savunmasızdır. Kurumsal rekabetin niceliği yücelten yayın yapma baskısı karşısında herkes can havliyle koşturur. Akademisyenlerin önemli bir kısmı akıntıya kendilerini bırakıp suyun altında kalmamayı başarılı kariyer sayar. Bu özelliklerinden dolayı akademinin derdinin hakikat olduğu beklentisi yanıltıcıdır. Kariyerin gereklerinin yolu çoğu kez hakikatin talep ettiği yerlerden geçmez. Eğer bir akademisyen sahici doğruları konuşuyorsa bu ancak kariyer-dışı söz söyleme imkan veya lüksüne sahip olduğu içindir. Bu söylediklerim sadece Türkiye’deki akademi için söylenmiyor. Bunlar Avrupa ve Amerika’daki akademisyenler için de geçerli. Türkiye özelinde önem kazanan sorunlar da var. Bunlardan biri olan uluslararası yayın takıntısı aslında bütün bir sistemi çürütüyor.
Bu biraz anti-akademik sözleri şunun için söylüyorum: Akademikliğe dair mistifikasyon pratik meseleler sözkonusu olduğunda aşılması gereken bir engeldir. Akademisyenlerin bir teoriye,........