Hazmedilmeyen âyet

Asabiyetin insana ettiği kötülüklerin ilki, ondaki vicdan terazisini bozması olsa gerektir. Ölçüde tartıda yaptıkları hile sebebiyle helâk edilen Medyen’inkine benzer asabîlerin terazisi… Rivayete göre, Medyenlilerin alışta ayrı, satışta ayrı terazileri vardır. Alışta olması gerekenden ağır ölçek, satışta ise olması gerekenden hafif ölçek kullanarak, alırken çoğu az tartıp satarken azı çok eder ve her hâlükârda adaletten, insaftan, hakkaniyetten her daim uzak düşerler.

Asabiyet illetine duçar olanların terazisi de aynen böyle tartıyor. Bu asabiyet ister ırk ve milliyet, ister sınıf ve cinsiyet, ister ideoloji ve zihniyet, ister mezhep veya cemaat, ister tuttuğu parti veya takım kaynaklı olsun, ikili terazisiyle hiçbir hal ve şartta doğru ve adil tartamıyor. Kendisine caizi olan, başkasına haram. Başkasına yasak olan, kendisine mübah. Aynı şey kendisi için hak, başkası için yasak. Yahut kendi aidiyetinden kalabalık bir grubun yaptığı yanlışa bile ‘münferid’ mührünü vururken, düşmanlaştırdığı aidiyetten tek bir ferdin yaptığı üzerinden “bunlar, hep, hepsi, her zaman” kelimeleriyle başlayan toptancı hükümlere ulaşmada çok mahir.

Çünkü asabiyet gözü olup bitene ‘ilkesel’ değil, ‘ilişkisel’ bakıyor; dolayısıyla öyle de düşünüp hükmüne o şekilde ulaşıyor. Böylece, ona ve aidiyetine hak gördüğü şeyin başkalarına da hak olmasına asla razı gelemiyor. O yapar; çünkü hakkıdır. Onlar yapar; çünkü haklarıdır. Ama ötekilerin hakkı da olamaz, haddi de…

Milliyetçi, cinsiyetçi, sınıfçı, cemaatçi, partici, takımcı, mezhepçi, ideolojik vs. yaklaşımların hepsinde gördüğümüz ortak ‘asabî’ özelliktir bu.

Asabiyetin vicdan terazisini bozan bu özelliği sebebiyledir ki, adaleti Kur’ân’ın dört temel ilkesinden biri olarak belleyip hayatı boyu ‘adalet-i mahzâ’ (saf, tam adalet) ilkesiyle yaşamış ve tercihlerini buna göre yapmış bir mü’min olarak Bediüzzaman Said Nursî, “Unsuriyet ve milliyet esasları, adaleti ve hakkı takip etmediğinden, zulmeder, adalet üzerine gitmez. Çünkü, unsuriyetperver bir hâkim milletdaşını tercih eder, adalet edemez” sonucuna ulaşır ve bu cümlelerin hemen ardından Peygamber aleyhissalâtu vesselamın İslâmiyetin asabiyetin her türlüsünü reddedip attığına dair bir hadisini hatırlatır.

Bu topraklarda, asabiyetin insanlara ve insanlığa ettikleri kötülüğe dair, dünden de, bugünden de çok şahitler devşirmek mümkün. Onun hep yanlış tartan terazisinin bugün bu ülkede sebep olduğu haksızlıkların en bariz tezahürü ise, Türklük asabiyeti ile hareket edenlerin kendisini Kürt olarak tanımlayanlara yönelik tutumlarında görülüyor. Bu haksızlık, en başta, ‘tanım meselesi’yle başlıyor. ‘Türklük’ üzerinden bir kimlik tanımı yapanların bir kısmı ‘Kürtler’ diye bir milliyetin olmadığını iddia ederken,........

© Serbestiyet