İnsan evrimden muaf olabilir mi?
Evrimi reddeden dostların çoğunun bunu dini bir motivasyon ile yaptığı rahatlıkla görülebilir. Nitekim evrim aleyhinde yazılan ister yerli ister yabancı çoğu kitapta dini metinlerden alıntılara rastlamak mümkündür. Daha önceki yazılarımda ifade ettiğim gibi yaratılış ile evrimi karşı karşıya getirmek kategori hatasıdır (Bakınız: https://serbestiyet.com/gunun-yazilari/evrim-ve-yaratilis-gerginligine-dair-yanlis-ve-tehlikeler-158373/). Ancak çoğu dindar kişi evrimin bazı temel iddiaları ile Kuran metni arasında gerginlik görür. Bu gerginliğin merkezinde Hz. Adem kıssası ve insanlık durumu yatar. Mutasyon, doğal seçilim, türlerin değişimi ya da türden türe değişime karşı çıkan dindarlar olsa da bu kavramların hiçbiri dini metinlerde geçmez. Dolayısı ile dini bir çerçeveden bu kavramlara saldırmak pek mümkün değildir (elbette mutasyonların “rastgele olması” ya da doğal seçilimin felsefi düzlemde dini iddialarla çeliştiğini söyleyenler olacaktır. Buna başka bir yazıda göz atacağım. Ama bu kavramların dini metinlerle bir çelişme durumları yoktur).
Evrim kuramı tek bir paket değildir. İçinde yüzlerce iddia ve mekanizma içerir. Bunların büyük çoğunluğu dini metinlerde bulunamayacak ve felsefi boyutta çelişemeyecek şeyler içerir. Ancak Lakatosçu terimle evrimin özünde yer alan bir iddia olan Ortak Ata Tezi insanların zihnindeki insanın dini yaratılış modeli ile potansiyel olarak gerginlik yaşar. Ortak Ata Tezi’ne göre tüm canlılar (insanlar da dahil) bağımsız olarak ortaya çıkmamıştır. Diğer bir deyişle yaşam formları, ayrı ve birbiriyle bağlantısız kökenlerle değil, dallanan bir aile ağacıyla birbirine bağlıdır. Her canlı diğerleri ile akrabadır. Daha yakın türler birbiri ile daha yakın akrabadır. Buna göre insanlar kurt, kartal ya da gülle akrabadır. Yaygın yanlış algının aksine insanlar modern maymunlardan türememiştir, onlarla yakın akrabadır (5-8 milyon yıl kadar uzak ata aracılığı ile). Bu tez yine yaygın inanışın aksine insanın “sadece bir hayvan” olduğunu göstermez. Elbette ki insan biyolojik olarak hayvandır (evrime inanmasak bile böyledir). Ancak kişinin biyolojik yapısı ve kökeni onun ahlaki ya da manevi değerini belirlemez. İnsan aynı zamanda toplumsal, rasyonel ve bana göre manevi varlıktır. Evrimin bu yönlere atıf yapmadan insanın ve toplumun tüm yönlerinin (biyoloji ötesi olan şeyleri yani) açıklayıp açıklayamayacağı tartışmalıdır. Bu bilimin ötesine geçip konuyu tartışmayı gerektirir (belki bir yazıda bu konuyu tartışırız). Dolayısı ile ortak ata tezi felsefi boyutta dinlerle çatışmaz.
Ama iş metin boyutuna geldiğinde durum değişir. Kuran’ın literal okuması tüm insanların Hz. Adem’in soyundan geldiğini, Hz. Adem’in babasız bir şekilde dünyaya geldiğini, hatta belki de doğrudan topraktan ortaya çıktığını ima eder. Çoğu insan bu imaların insanların diğer canlılarla akraba olduğu tezi ile çeliştiği kanaatindedir. Kanaatimce bu zorunlu bir çelişki değildir ve bunu başka bir yazıda ayrıntılı biçimde ele alacağım (konuyu ele aldığım akademik makalem için bakınız: https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/2033946).
Bundan dolayı konuya hâkim çoğu din adamı ortak ata tezinden insanı çıkararak evrimi kabul edebileceğimizi söyler. Yasir Kadhi bunun meşhur bir örneğidir. Bu tezin ülkemizde makul bir savunusu için şu videoya göz atabilirsiniz: https://youtu.be/sgk7D-RMCKc.
Elbette ki İslam geleneğinde (özellikle de Eşari-Maturidi Kelam geleneğinde) dini metnin literal anlamının akıl ve gözlemle çelişmesi durumunda, akli gerekçe ya da gözlem reddedilmez. Kuranın literal okumasından mesela Allah’ın zaman-mekânda olduğu ya da uzuvları olduğu çıkarılabilir. Nitekim böyle sonuçlar savunanlar olmuştur. Ama bu çıkarım akılla çeliştiği için çoğunluk tarafından reddedilir ve ayetler yeniden yorumlanır. Buna tevil denir. Aynı şey gözlem için de geçerlidir. Kurandan kalbin düşünce merkezi olduğu da çıkaranlar olmuştur. Ancak modern nöroloji bilimi karşısında en gelenekçi çevrelerde bile beynin düşünce organı olduğunu söylemek Kurani metinle çelişik olarak yorumlanmaz. Peki ortak ata tezi neden farklı olarak ele alınıyor? Kanaatimce bunun tarihsel, psikolojik ve sosyolojik gerekçeleri var (ve zaten dediğim gibi kanaatimce tevil olmaksızın bile ortak ata tezi kuranla çelişmez). Ancak akli olarak sunulan gerekçe insanın diğer canlılarla akraba olduğu iddiasının gözlemsel ve akli olarak makul olmadığı ve dolayısı ile tevile gidemeyeceğimizdir. Sonuçta insan türünün diğer canlılarla akraba olduğunu doğrudan gözlemleyemiyoruz değil mi? Hal böyle iken neden akrabalık iddiasını kabul edelim? Şimdi bu yazının konusu olan bu soruya dönelim. İnsanı yaşam ağacından ayırabilir miyiz?
Bilimde ve gündelik hayatta gözlem yerine geçen ciddi kanıtlar vardır. Bunlardan belki en önemlisi DNA’nın keşfi ile gelişen genetik biliminin sunduğu imkanlardır. Genetik biliminin, Müslüman alimler tarafından da kabul edilen, önemli bir uygulaması ataları tespit etmekte kullanılmasıdır. Geçmişte ebeveynlik tespiti sadece doğrudan gözlem ve şahitlik ile yapılabilirdi. Bugün genetik bize çok daha güçlü bir metot sunar. Modern ebeveynlik testi çocuk ile olası ebeveynin DNA’sının küçük, iyi tanımlanmış bölgelerini karşılaştırarak çalışır. Test edilen her bölgede, çocuk her bir biyolojik ebeveynle bir genetik belirteci paylaşmalıdır. Tabi bu olasılıksaldır. Bu eşleşme modeli birçok bölgede tutarlı bir şekilde ortaya çıktığında, laboratuvarlar ebeveynlik olasılığını hesaplar. Olasılık ,9 olarak tespit edildiğinde mahkemeler kesin bir şekilde ebeveynlik iddiasını kabul eder. Bu görgü tanıklığı ya da diğer tüm verilerden üstün kabul edilir. Benzerliğin tesadüf olması olasılığı astronomik olarak düşüktür.
Ancak genetik bize sadece yakın akrabalarımız hakkında bilgi vermez. Uzak akrabalarımız hakkında da bilgi verir. Bunu birkaç farklı yöntemle yapar. Bu yöntemler bizim diğer primatlarla akraba olduğumuzu makul şüpheye yer bırakmaksızın ortaya koymaktadır. Hem de istatistiki olarak yukarıda herkesin kabul ettiği ebeveynlik testlerinden daha güçlü bir şekilde. Gelin bu verilere bakalım. Kolaylık olması için sadece İnsan ile Şempanze’nin akrabalığına bakacağız.
Retrovirüsler, genetik materyalleri olan RNA’yı DNA’ya dönüştürerek hücreleri enfekte eden ve ardından bu DNA’yı konakçının genomuna (yani canlının tüm genetik talimatlarını içeren devasa kütüphanesine) yerleştiren virüslerdir. Çoğu enfeksiyon sadece vücut hücrelerini etkiler ve zamanla kaybolur. Ancak nadir durumlarda bir retrovirüs, üreme hücresini (sperm veya yumurta) enfekte eder. Bu durumda, viral sekans (dizi) genomda kalıtsal bir “yara izi” haline gelir ve bu tüm torunlara aktarılabilir. Bu kalıtsal viral kalıntılara Endojen Retrovirüsler (ERV’ler) denir. Bunlara bakarak kişilerin uzak akrabalıklarını tespit edebiliriz.
Bu diziler insan genomunun yaklaşık %8’ini oluşturur. Sayma yöntemine bağlı olarak değişmekle birlikte, insan genomu yaklaşık 98.000 tanımlanabilir ERV öğesi ve yüz binlerce daha geniş LTR (virüsün başlangıç ve bitişini işaretleyen uzun tekrar........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
John Nosta
Daniel Orenstein