menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yanlıştır ama: Tribün refleksi denen şey

22 0
22.12.2025

Türkiye’de bazı cümleler vardır ki ilk bakışta itiraz içeriyor gibi görünür, ama biraz durup dinlediğinizde itirazı değil düzeni koruduklarını fark edersiniz. “Yanlıştır ama…” diye başlayan bu cümleler, yanlış olanı gerçekten yanlış saymaz aslında. Onu farklı bir bağlama yerleştirir, nedenlerini açıklar, sınırlarını daraltır ve sonunda olağanlaştırır. Sonunda ortada sorumluluğu havaya karışmış bir yanlış kalır.

Somaspor–Bursaspor maçı sırasında tribünlerden Leyla Zana’ya yönelik küfürlü sloganlar atıldığında da benzer bir dil devreye girdi hemen. Küfür yanlış bulundu, kabul edilemez denildi. Ardından hemen açıklamalar geldi. Özellikle Bursaspor Başkanı Enes Çelik’in açıklamaları izaha muhtaç bir şekilde gündeme geldi. Açıklama özetle şunları savunuyordu: Kısa süreliydi, tekrarlanmadı, tribün refleksiydi, körüklenmemeliydi. Yanlış, bu cümlelerin içinde giderek hafifledi. Asıl mesele yapılan küfür ve hakaretler eylem olmaktan çıktı. Ona gösterilen tepkiler nihayetinde sorunlu hale geldi.

Bu tür durumlarda tartışma çoğu zaman tribün ahlakı etrafında döner. Oysa mesele tribün ya da bu kalabalığın ortaya koyduğu değildir hiçbir zaman. Çünkü hepimiz biliriz ki tribünler kendiliğinden konuşmaz. Tribünlerin de dilleri vardır, alışkanlıkları vardır, tekrar eden kalıpları vardır. Yani küfür repertuvarı aniden ortaya çıkmaz. Öğrenilir, aktarılır, normalleşir. Kamuoyunca bıkıp usanmadan söylenegelen “Refleks” denilen şey, bastırılmamış olanın uygun bir anda ortaya çıkmasından ibarettir.

Daha da önemlisi, bu dili asıl sorunlu hale getiren şey, ardından kurulan cümlelerdir. Küfür kınanırken eleştirinin hedefe konması, tepki vermenin “körükleme” olarak tanımlanması, yanlışın kendisinden çok yanlışın konuşulmasının tehlikeli ilan edilmesi.. Böylece mesele şıpın işi bir nefret dilinin varlığı olmaktan çıkar. Bir iletişim kazasına, bir anlık taşkınlığa, kontrolsüz bir enerjiye indirgenir.

Bu yazı ne bir kulübü ne bir taraftar grubunu mahkûm etmeyi amaçlıyor. Mesele bireyler ya da takımlar değil. Mesele, yanlış karşısında kurulan dilin hayatımızda işgal ettiği yer ile yanlışı yanlış olarak tutmak yerine onu açıklayarak etkisizleştiren söylemdir asıl olan. Nefreti kınarken onu “anlaşılır” kılan bu dilin nasıl çalıştığını görmek gerekiyor.

“Tribün refleksi” ifadesi Türkiye’de bir şeyi açıklamak için değil, onu bağlamına yerleştirip etkisizleştirmek için işlevsel bir kavram olarak kullanılageldi hep. Bu ifade devreye girdiği anda, söylenen söz artık söylenmiş olmaktan çıkar, kendiliğinden olmuş sayılır. Sahibi kadar sorumlusu da belirsizleşir.

Oysa malum olduğu üzre, tribünler refleksle değil, dille çalışır. O dilin de kendiliğinden oluşmadığını biliriz. Bu dil, yıllar içinde öğrenilir, tekrar edilir, sınanır ve kabul görür. Hangi isimlere küfredilebileceği, hangi kimliklerin hedef alınabileceği, hangi sözlerin “fazla” sayılacağı tribün kültürünün içinden geçerek şekillenir. Bu yüzden ortaya çıkan şey uygun anda ortaya çıkan, ani bir taşkınlıktan ziyade hazırda bekleyen bir repertuardır.

Refleks, kelime anlamı ise dıştan gelen bir uyarı sonucunda istem dışı sinir etkinliğidir. Latince kökeni ise yansımak anlamına gelen reflectere sözcüğünden gelir. Yani bir yansıma eylemi olarak çoğu zaman bastırılmamış olanın dışa vurumudur. Bastırılmamış olmasının nedeni ise kullanılan dilin, hareket tarzının ya da benzer eylemlerin uzun süre sorun edilmemiş olmasından gelir. Hasılı, gülünerek geçilmiş, “olur böyle şeyler” denmiş, bağlamına yerleştirilmiştir, itina ile..

“Tribünlerin kendine özgü dinamikleri vardır” cümlesi de bu bağlamda çalışır. Doğrudur, tribünlerin dinamikleri vardır. Ama bu dinamikler........

© Serbestiyet