menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Özgürlükten kaçışın hikayesi: Büyük engizisyoncu üzerine notlar

17 25
07.12.2025

Anlatı ile özgürlük arasındaki gerilimi yalnızca bugünün krizleri üzerinden düşünmek eksik olur. İnsan, kendi hikayesi ile kendi iradesi arasındaki çatışmayı çok daha önce sezmişti. Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler’inde yer alan Büyük Engizisyoncu bölümü bunun en çarpıcı örneklerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Romanda Ivan Karamazov’un kardeşi Alyoşa’ya anlattığı bu alegorik hikaye, İsa’nın Engizisyon dönemi İspanya’sına yeniden döndüğü hayali bir sahneyle açılır. İsa, mucizeler gerçekleştirdiği için halk tarafından hemen tanınır ve sevgiyle karşılanır. Fakat aynı gün kilisenin en yüksek otoritesi olan Engizisyoncu tarafından tutuklanır. Çünkü O, insanların unuttuğunu sandığı bir özgürlüğü yeniden dünyaya getirmiştir.

Engizisyoncu gece yarısı hücreye gelir ve uzun bir tiratla İsa’yı suçlar. Ona göre insanlar özgürlüğe ihtiyaç duymaz. Özgürlük ağırdır. İnsanları yalnız bırakır ve onları dayanamayacakları bir sorumlulukla baş başa bırakır. Bu yüzden kilise, İsa’nın reddettiği üç büyük ayartmayı yani mucizeyi, sırrı, otoriteyi kendi düzeni adına sahiplenmiştir. İnsanlara hakikati değil, ona benzeyen bir huzur sunmuştur. Hakikati geri getiren birinin bu düzeni bozmasına izin verilemez.

Bu hikaye yalnızca bir dini tartışma değildir. Hakikatin nasıl bastırıldığına, özgürlüğün nasıl bir tehdit olarak algılandığına ve anlatının nasıl otoriter bir forma dönüşebileceğine dair keskin bir sezgidir. Engizisyoncu’nun tiradı, insanın özgürlük karşısında duyduğu eski korkuyu bugüne taşıyan bir metindir. İsa’nın bütün bu suçlamalara karşı sessiz kalması ise hakikatin gücünün değil, kelimenin sınırlarının bir ifadesidir. Dostoyevski böylece özgürlük arzusunun ve özgürlükten kaçışın aynı insanda nasıl bir arada bulunabileceğini biz okuyucularına gösterir.

Dostoyevski’nin kurduğu sahne ilk bakışta bir karanlık dönem eleştirisi gibi görünür. Oysa Büyük Engizisyoncu’nun sesinde tarihsel bir figürden çok, insan doğasına dair daha eski bir yankı duyulur. Engizisyoncu’nun temel iddiası basit ama sarsıcıdır. İnsan özgürlüğü istemez. Özgürlük, insanın taşıyabileceğinden daha ağırdır. İnsanı yalnızlaştırır, kendi seçimlerinin sorumluluğuyla baş başa bırakır, onu sürekli bir belirsizliğin eşiğinde tutar. Engizisyoncu bu belirsizliğin insan ruhunda bir yorgunluk yarattığını düşünür ve bu yorgunluğu kendi düzeni için bir fırsata çevirir.

İsa’nın mucizeyi, sırrı ve otoriteyi reddetmiş olması onun gözünde büyük bir yanlıştır. Çünkü bu üç şey, insanın özgürlük karşısındaki zayıflığını örter. Mucize korkuyu bastırır. Sır, belirsizliğe bir anlam verir. Otorite, tercihin ağırlığını insanın omuzundan alır. Engizisyoncu’nun mantığı burada iyice belirginleşir. İsa insanlara hakikati ve özgürlüğü bırakmıştır. Kilise ise onların yerine huzuru ve itaati yerleştirmiştir. Engizisyoncu bu düzenin daha insani olduğuna inanır. Çünkü ona göre insan hakikati değil, hakikatin yerine geçecek bir güven duygusunu ister.

Bu noktada Dostoyevski’nin kurduğu gerilim yalnızca teolojik bir ihtilaf değildir. Burada özgürlük, insanın içsel bölünmüşlüğünün aynası hâline gelir. Bir yanda hakikatin çağrısı vardır. Bu çağrı sorgulama ister, risk ister, yalnızlık ister. Diğer yanda güvenli bir düzenin sunduğu konfor vardır. Bu düzen hata yapma olasılığını azaltmaz, yalnızca hatanın sorumluluğunu bireyin omzundan alır. Engizisyoncu bu sorumsuzluğu bir lütuf olarak sunar. İnsanların kendi hayatlarını üstlenmekten duydukları korkuyu haklı bir sebep olarak görür.

Dostoyevski’nin asıl keskinliği burada ortaya çıkar. Engizisyoncu kötü bir karakter değildir aslında. Kendi içinde tutarlı, hatta koruyucu bir mantığı vardır. Bu nedenle İsa’yı suçlarken öfke değil, neredeyse hüzünlü bir kesinlik duyarız onun cümlelerinde. İnsanların özgürlüğe dayanamayacağını düşündüğü için kendini onların yükünü hafifleten biri olarak konumlandırır. Onun gözünde İsa’nın hatası, insanı kaldırabileceğinden fazla bir sorumlulukla baş başa bırakması olmuştur. Bu sorumluluk hem ruhu hem toplumu yormaktan başka bir şeye yaramaz. Engizisyoncu bu yorgunluğu kendi düzeniyle telafi eder ve bunu bir ihanet olarak........

© Serbestiyet