Hukuk

Bugünlerde çok tartıştığımız konulardan biri, hukuk. Daha doğrusu, hukukun uygulanış biçimi demek olan yargısal alanla ilgili ciddi sorunlarımız var. Hemen her konuda olduğu gibi burada da esas mesele gelip gelip uygulamaya dayanıyor. Kâğıt üzerinde her şey olması gerektiği gibi gözükürken iş uygulamaya geldiğinde tanınmayacak bir hal alıyor. Belki de tıpkı bir yemek tarifi kitabı yazmak gibi; önce kâğıt üzerinde hazırlayıp sonra uygulamak yerine önce uygulayıp sonra kâğıda geçmemiz gerekiyordur!

Uygulama tecrübe etme demektir, yani yaşamın parçası haline gelmeyi ifade eder. Bu tersinden de doğrudur; tecrübesi olmayan şey, uygulanamaz. Hukukumuz yaşamın parçası olamıyor ne yazık ki. Canlılığı olmasa da kimselerin göremediği kendine mahsus kapalı bir alanda olduğu için bunu bilemiyoruz ve yaşamın dışında kaldıkça ne kadar yozlaşırsa yozlaşsın yenilenme enerjisini üretemiyoruz.

Bir kavram bu kadar tanınmayacak hale geldiğinde genellikle bizatihi kavramın kendisiyle ilgili bir sorun var demektir. Sorun belki de zannedildiği gibi siyasetin baskısı ya da başkaca dış faktörler değildir. Belki tam da hukukun ne olduğu ve toplumun onunla kurduğu ilişkinin nasıl olduğu soruları henüz oturmuş bir yerleşikliğe sahip olmadığı için bu denli keyfiliğe ve dışsal etkilere müsait bir alan doğuruyordur. Bu noktada, ünlü liberal Fransız ekonomist ve siyasetçi Frédéric Bastiat’ın oldukça küçük hacimli meşhur kitabı Hukuk işimize yarayabilir.

Hele ki kitabın açılış cümlelerine bakınca, yardımdan öte tam da “bizim için yazılmış” dedirtiyor:

“Hukuk amacından sapmıştır! Diyebilirim ki hukuk -ve devamında ulusun tüm kolektif güçleri- sadece amacından sapmamış, onun tam zıddı bir amaca yönlendirilmiştir! Hukuk, onları frenleyeceğine tüm hırsların aracı haline gelmiştir! Hukuk, cezalandırması gereken haksızlığın bizzat kaynağı olmuştur!” (s. 11)

Yakın zamanda Can Yayınları tarafından yeniden yayımlanan bu küçük kitapta Bastiat; keskin görüşler ve veciz sözlerle adil bir hukuk sisteminin nasıl olması gerektiğine dair, iki asır evvelden bugüne hayatiyetini korumuş düşünceler sıralıyor. Sonuçta bizim bir hukuk toplumu olmadığımız çıkıyor ortaya belki ama bunun nedeninin sanılanın aksine hukukçulardan ya da siyasetçilerden değil, toplumun hukukla kurduğu ilişki biçiminden kaynaklandığını anlamamızı sağlıyor. Belli ki bu alan, “yerli ve milli” teorisyenlerini bekliyor.

Bastiat’a göre hukuk, her koşulda bir savunma anlamına gelir. Meseleler karşısında müdahil değil, gerektiğinde devreye girmek için hazır bekleyen bir savunma kuvveti gibidir. Müdahil olduğu her durumda kendi sınırlarını aşmış ve yansızlığını kaybetmiş demektir. Hukuk, bir savunma sanatıdır! Her şeyden önce insan yaşamının, özgürlüklerin ve mülkiyetin -sahip olunan bütün hakların- başka insanlara ve dışsal güçlere karşı savunulmasıdır. Belki hepsinden önce, savunma hakkının savunulmasıdır.

Tam da bu nedenle, halkın yasa koyucunun insafına bırakılamayacağını simgeler. Bütün bunlar hukuk oluşmadan önce de vardır ve bireysel olarak savunulmaktadır; hukuk, bireysel olarak yapılan savunmaların kolektif hale gelmesi ve herkesin üzerinde uzlaştığı bir amaca dönüşmesiyle ortaya çıkar.

“Yaşam, özgürlük ve mülkiyet hakları insanlar yasalar........

© Serbestiyet