Maraş Katliamı’nın cinsiyeti |
Savaşlarda kadın bedenleri, sadece mağdur edilen bireyler değil; toplulukların kimliğini, kültürel sürekliliğini ve siyasi iktidarı hedef alan stratejik bir araçtır.” (Davies & True, 2015)
Alevilere yönelik tarihsel ve güncel şiddeti anlamak için yalnızca tekil katliamlara odaklanmak yetersizdir; bu şiddet, Michel Foucault’nun (1978) kavramsallaştırdığı biçimiyle biyo-iktidarın ve devlet merkezli normatif ulus-inşa projelerinin süreklilik taşıyan bir sonucu olarak ortaya çıkar. Ulusun “kendisini” belirli bir dinsel-mezhepsel norm üzerinden kurması, bu normun dışında kalan bedenleri —özellikle kadın bedenlerini— her dönemde hem “tehdit” hem de “iç düşman” olarak konumlandırır. Bu bağlamda Alevilere yönelik tarihsel pogromlar, yalnızca etnik-dinsel şiddet biçimleri değil; aynı zamanda cinsiyetlendirilmiş bir biyopolitik tasarımın süreğen araçlarıdır.Bu süreklilik, Alevilere yönelik şiddetin tekil ve istisnai olaylardan ibaret olmadığını; aksine farklı tarihsel momentlerde yeniden ve yeniden üretilen yapısal bir rejim olarak işlediğini göstermektedir. Dolayısıyla Alevi karşıtı şiddeti analitik olarak kavrayabilmek için, bu olayları birbirinden kopuk kırılmalar olarak değil, ortak bir ideolojik ve siyasal zihniyetin tarihsel tezahürleri olarak ele almak gerekmektedir. Ve Alevi inancına yönelik tarihsel şiddeti süreğen ve tamamlanmamış bir soykırım pratiği olarak kavramsallaştırmaktadır. Maraş Katliamı (1978), Çorum (1980), Sivas (1993) ve Gazi (1995) gibi saldırılar ile Suriye’deki Alevi–Nusayri topluluklara yönelik nefret söylemleri, tarihsel ve coğrafi olarak parçalı görünse de ortak bir ideolojik matrisin ürünüdür. Bu matris, kadın bedenini kimliğin biyolojik, sembolik ve kültürel taşıyıcısı olarak konumlandırdığı için cinselleştirilmiş şiddeti merkezi bir araç hâline getirir.Bu noktada belirleyici soru şudur: Söz konusu ideolojik matris neden ısrarla kadın bedeni üzerinden işlemektedir? Çünkü modern şiddet rejimleri açısından kadın bedeni, yalnızca biyolojik bir varlık değil; kolektif kimliğin yeniden üretildiği, denetlendiği ve gerektiğinde imha edildiği temel bir siyasal alandır.
Tarih boyunca pogrom, etnik temizlik ve kitlesel şiddet pratikleri, kadın bedeninin fethedilmesi, aşağılanması, sindirilmesi ve yeniden dizayn edilmesi üzerinden yürütülen siyasal programlar olarak karşımıza çıkar. Kadın bedeni, ulus kimliğinin taşıyıcısı, kültürel sürekliliğin mekânı ve kolektif kimliğin biyopolitik üretim alanı olarak konumlandırıldığı için, şiddet rejimleri bu beden üzerinde hem “mesaj verici” hem de “kurucu” bir rol yükler.
Bu genel çerçeve içinde Maraş Katliamı, cinsiyetlendirilmiş şiddetin nasıl somutlaştığını ve kadın bedeninin nasıl doğrudan siyasal bir hedef hâline getirildiğini göstermesi bakımından önemli bir konuma sahiptir. Dolayısıyla Maraş Katliamı’nı anlamak, yalnızca 1978’deki saldırıların politik-ekonomik bağlamını değil; kadın bedeni üzerinden üretilen ideolojik tahakküm biçimlerini de birlikte okumayı zorunlu kılar.
Elisa von Joeden-Forgey’nin (2010) “cinsiyetlendirilmiş soykırım teknikleri” kavramı bu noktada açıklayıcıdır. Kadın bedenine yönelen........