Söylemkırım

Reel sosyalizmin çöküşü, Türkiye’de iki ayrı gelişime yol açar. Bunlardan ilki, bir sürpriz sayılamazdı. Bu sürpriz olmayan yol; zaten 12 Eylül yenilgisiyle köklenen yasalcılık yahut reformizm yöneliminin daha atikleşip, nihai hedefine doğru daha hızlanışı oluyor. Diğeri yani “şaşırtıcı” duran olguysa bu topraklarda devrimci hareketin, belli bir kitlesellik ve “haber değeri” taşıma edimini kapsayarak yeniden yükselişiydi.

Gerçi, dünyanın birkaç yerinde daha (Peru, Kolombiya, Hindistan, Nepal, Filipinler) dünün bakiyesi M-L mücadeleler yüksek bir ivmede kendini sürdürmeyi becermekteydi. Türkiye’yi de -bir kesintiden sonra- bu kümeye dahil etmek gerekiyor. Lâkin, mesele şehir gerillası konsepti olunca, Türkiye’deki ’89-93 pratiği sanırım tek başına bir örnek olarak durur. Muadilleri, Latin Amerika ve Avrupa’da ya tamamen sönmüş -barışmış, yenilmiş ya da uzlaşarak devletin bir parçası hâline gelmiş- ya da birkaç örnekte geri çekilmek üzereyken son birkaç atım daha yapmaktaydılar.

‘90’lar Türkiye’sindeki bu “atılım” kendinden bir varoluş değildir. ’80 öncesinin bakiyesinin ve oradan artık ne kadar kaldıysa devralınan enerjinin yeni döneme bir yansımasıydı, taşınmasıydı. Sivil faşistlerle çatışma gündemi kampüsler dışında bu dönemde tali hâle gelmiş, silahlar ’71 çıkışında olduğu gibi yeniden siyasal erke yöneltilmişti. Fakat gerek kırda (Partizan başta) gerekse de kentte (DS başta) militan faaliyet, dönem dönem bir miktar dikkat çekici kütleye erişmekle birlikte sürekli güdük kalmakla malul oldu. Devrimci hareketlerin kitleselliği, alan ve yer tutmayı becerebilmekle birlikte -handiyse ikili iktidar(!) durumları 2016’ya dek sürecek-, bu alanların Alevi yoğunluklu varoşlar olarak kalmasıyla ’80 öncesi vaziyetin çeyreğine dahi yaklaşılamaz.

12 Eylül’den çıkışın en diri müjdecilerinden olan ’86-87 sonrası yığınsal işçi hareketleriyle ilişki kadük kalır, bu hareketler hükümeti sallasalar da sarı sendikal güzergâhla ilişkilerini koparamayarak ’90 başında geri çekildiler. Kamu emekçileri hareketinin yaratılmasında doğrudan büyük emeği ve payı olan devrimci hareket (DY, HK, DS), ‘90’larda buradaki yoğun hareketlilikten beslenebilse de oradaki sinerjiyi harlayamıyordu. Bu başat toplamlarda dahi militan/aksiyoner bir mücadelenin sürdürülebilirliği söz konusu olamıyorsa, bunu gelir durumunun, yukarıda saydığımız emekçilere göre daha yükseldiği avukatlar,[1] mühendisler ya da hekimler cephesinden beklemek garip kaçar. Yine de bu kesimlerde sosyalizmin itibarının devamlılığını bir başarı olarak koymak yüce gönüllülük sayılmaz -meslek örgütlerine katılım zorunlu olduğu hâlde.

Devrimci hareket denilince akla gelen öğrenci hareketi ‘90’lar başına doğru, ‘87’yi takiben büyüyor ve harekete insan sağlama, hareketi gündemleştirme noktasında ciddiye alınması gereken bir birikim sağlıyor. Ancak burada da ivme daha 1991 gibi, belli bir sınırın ötesine geçemeyerek geriye düşecek, kendini tekrarla sınanan hareket, grupların, siyasetlerin ayrı baş çekişinin belirginleştiği bir izole atmosfere alışacaktır.

Öğrenci gençlik hareketi, 90’ların ortasında, daha çok akademik-demokratik haklar ekseninde ve DY çizgisinin belirgin yönlendiriciliğinde yeniden en önemli haber başlıklarından biri olmayı başarmışsa da bu da kısa sürüyor, Meclis’te pankart açmaya kadar varan yoğun eylemsellik takviminin kitlelerin yorgunluğuyla eski durumuna rücu ettiğini izleyebiliyoruz. TÖDEF, Özgür Gençlik, Emek........

© sendika.org