Stratejiden bir tık önce |
“Türkiye siyaseti yeniden şekillenirken sosyalist strateji” dosyasındaki diğer yazılara ulaşmak için tıklayınız.
Sendika.Org’un başlattığı “Türkiye siyaseti şekillenirken sosyalist strateji” tartışması hayırlı bir kapı araladı. Yazılar çoğaldıkça sosyalist hareketin gerçek tablosu da görünür hâle geliyor. İşin aslı tartışmalarda söylenenler kadar söylenmeyenler ve yüksek sesle söylenmekten korkulanlar da çok şey söylüyor. Ben bu yazıda meseleye, Kamil Aslan’ın Mao’ya atıfla yaptığı “isyan etmek haktır” çağrısından hareketle ve artık pek âdetimiz olmayan bir şekilde -kitabın ortasından- dalarak katılmak istiyorum. Çünkü lafı dolandırmanın manası yok: Türkiye’de ve bölgede siyaseti belirleyen esas çatlak, sosyalist hareketin türlü ifadelerle dolandırdığı, etrafında gezindiği gerçeğin ta kendisi Kürt Özgürlük Hareketi’nin geçirdiği paradigmal dönüşüm ve bunun Türkiye sosyalist hareketini kaçınılmaz biçimde yüzleştirdiği yapısal tıkanma.
Bugün nereden bakarsak bakalım Türkiye’de “sosyalist strateji”, “devrim”, “sınıf”, “örgüt”, “mücadele biçimleri” üzerine kurulan her tartışmanın, açık ya da örtülü biçimde gelip dayandığı yer Kürt Özgürlük Hareketi’nin dönüşümüdür. Bunda bir tuhaflıkta yok ayrıca. Dünyada, bölgede ve memlekette yapısal dönüşümler yaşanırken devrim fikrini hâlâ somut bir örnek olarak ayakta tutabilen tek güç Kürt Özgürlük Hareketi’dir. Bugün solun büyük kısmı için, devrim kelimesi hâlâ duvara asılmış sararmış bir poster işlevi görürken; özgürlük hareketi devrim kelimesini hayatı dönüştürücü bir stratejinin bedeni haline getirmiştir.
Bu nedenle Öcalan’ın İmralı’da başlattığı paradigmal dönüşümün “demokratik toplum” stratejisiyle aldığı yeni biçimin birçok etkisinin yanı sıra yalnızca Kürt siyasetini değil; Türkiye sosyalist hareketinin yıllardır halının altına süpürdüğü bütün teorik ve örgütsel tortuları da bir anda görünür kıldı.
Devrim, sosyalizm, örgüt, sınıf, halk, mücadele biçimleri… Tüm bu kavramlar, yıllardır sosyalist hareketin üzerinde gezindiği ama içine girmekten çekindiği soruyu artık kaçınılmaz biçimde dayatıyor: Devrim üretme kapasitesi olmayan bir teori ‘devrimci’ ya da Marksist olabilir mi?
Tarih boyunca teori, strateji ve örgüt üzerine yürütülen tartışmaların hepsi nihayetinde gelip bir tek soruya dayanır: Bu işin ucu devrime çıkıyor mu, çıkmıyor mu?
Tüm büyük teorik atılımların gücü buradan gelir. Burada konu başarılı olanın ya da sonuç alanın mutlak doğru olması değil devrimci-Marksist teorinin praksisçi niteliğidir. Marx ve Engels’in “bilimsel sosyalizm”i, Alman işçi hareketiyle kurduğu ilişkinin, yani gerçek bir dönüşüm potansiyeliyle buluşmasının ürünüdür. Lenin’in Marksizm’i ‘yalnızca yorumlayan’ olmaktan çıkarıp özgürleştirebilmesinin nedeni, teoriyi devrim pratiğinin içine fırlatmasıdır. Mao’nun Asya koşullarını dönüştürmesi, Küba ve Vietnam’ın antiemperyalist mücadelelerinin yeni yollar açması da aynı zincirin halkalarıdır. Velhasıl kelam ‘Filozoflar dünyayı çeşitli biçimlerde yorumlamakla yetindiler; oysa asıl mesele dünyayı değiştirmektir.’(Marks)
Dolayısıyla teori dediğimiz şey eğer Marksist ya da bir başka ifadeyle praksisçi temelde ele alınıyorsa zihin konforu sağlayan bir inanç sistemi değil, gerçekleşme........