Sabah Ege’nin mavi sularının hemen dibindeyim. Suyla aramda sadece birkaç dev çam ağacı ve binlerce (saymadım tabi ama seslerinden varsaydığım kadarıyla) cırcır böceği var. Durmaksızın söyleşiyorlar… Durmaksızın ve birbirlerini dinlemeksizin söyleşiyorlar. Ya da belki de sadece söylüyorlar. Hayatlarının şarkılarını söylüyorlar. O kadar güçlü bir söyleme halindeler ki denizin durmaksızın kumsalla söyleşisini dahi bastırıyorlar. Derler ki, ağustos böcekleri yıllar boyu toprağın altında kaldıktan sonra bir ay gibi kısacık bir süre için dünyaya gelirler. Derler ki, hayat kısa. Çal, söyle, eğlen.
Bir ay kısa da 80-100 ne bileyim insana biçilen hayat ne kadarsa o uzun mu yani?
Çeşme’nin imbatında sabah ağustos böceklerinin çığırtılarının altında Ege Denizinin sonsuz aşkla kumsala sarılışını izlediğim terasta kahvemi yudumlarken Ege’nin değil bu sefer Karadeniz’in kendi kumsalına aşkla sarıldığı........