Dünyâ sahnesinde yankılanan trajediler içinde, insânlık vicdanını paramparça eden, kalpleri acımasızca dağlayan bir gerçek yükseliyor: İsrâil’in Filistin'de yürüttüğü haksız ve kan donduran zulümü. Bu durdurulamayan, haksızlık ve vahşetle dolu savaş, yıllar boyunca Filistin halkına karşı İsrâil'in kontrolsüz ve gözü kara zulmüyle dünyâ vicdanında derin ve iyileşmez yaralar açmıştır. İsrâil'in bu vahşi ve barbar eylemleri, sâdece Müslümânların değil, dünyânın her yanındaki vicdan sâhiplerinin ruhunda derin bir nefret ve öfke fırtınasına dönüşmüştür.

Bu savaş, yalnızca şiddetli bombaların ve mermilerin neden olduğu bir yıkım değil, aynı zamânda mâsumlar, çocuklar, kadınlar ve yaşlılar tarafından çıkarılan yürek yakan çığlıklarla da insânlık tarihine koyu bir leke, silinmez bir utanç damgası olarak kazınmıştır. Filistin topraklarında yaşanan bu acımasız vahşet, dünyânın her bir köşesindeki vicdan sâhiplerini derinden sarsmış, onları adâlet ve insânlık adına bir araya gelmeye, seslerini daha yüksek çıkarmaya itmiştir.

Vicdan sâhibi insânlar, gökyüzüne yükselen bu feryâtları kalplerinin en derin köşelerinde hissediyorlar. Tarihte, Efendimizin (asm) Hayber'deki Yahûdiler karşı uyguladığı ekonomik strateji, bugün de İsrâil'in zulmüne karşı bir ilham kaynağı olarak yankılanıyor. Tıpkı o günlerde olduğu gibi, bugün de insânlar, zulmün finansal kaynaklarına darbe vurarak, İsrâil malı olan ürünleri boykot ediyorlar. Bu eylem, sâdece vicdânî bir duruşu temsîl etmiyor, aynı zamânda Efendimizin (asm) sünnetine uyarak hem mânevî bir kazanç sağlıyor hem de İsrâil'e ciddi bir darbe indiriyor.

Peygamberimiz (asm), 629 yılında, Hayber'deki Yahûdilerin anlaşmalara uymayışını ve Müslümân karşıtı faaliyetlerini gözlemlemişti. Bu tehlikeli gidişât, Müslümânlar ve Hayber Yahûdileri arasında bir çatışmaya yol açtı. Yahûdiler, Hayber'in yüksek ve sağlam kalelerine sığınarak direniş gösterdiler. Müslümân ordusu, günlerce beklemesine rağmen Yahûdiler kalelerinden çıkmayarak, Peygamberimizin (asm) ayrılmasını bekliyorlardı. Bu uzun bekleyiş ve tükenen stoklar, Müslümânların moralini zayıflatmıştı. Bu durum karşısında Efendimiz (asm), stratejik bir hamle yapmaya karar verdi: Hayber Yahûdilerinin ekonomik temelini oluşturan hurma ağaçları kesilecekti. Bu, sâdece bir ekonomik darbe değil, aynı zamânda onların geleceğine ve servetlerine yönelik bir hamleydi. Ağaçlar kesildikçe, Yahûdilerin umutları da sönmeye başladı. Sonunda, boyun eğmek zorunda kaldılar ve Hayber'den ayrıldılar.

Bugün, dünyâ çapındaki insânlar da benzer bir strateji izleyerek, İsrâil'in ekonomik kaynaklarına zarar vermek ve onun zulmüne karşı durmak için ürünlerini boykot ediyorlar. Bu, sâdece geçici bir tepki değil, aynı zamânda İsrâil'in politikalarına karşı sürekli ve etkili bir direnişin parçasıdır.

Bugün, küresel ekonomi üzerindeki Yahûdi etkisinin sâdece fiziksel mallarla sınırlı olmadığı bir gerçek. Finans ve ekonomi dünyâsının kalbinde, bankacılık sistemleri ve ödeme ağları üzerinde derin bir hâkimiyet kurmuş durumdalar. Bu gücü kullanarak, uluslararası alanda ülkeleri ve büyük kuruluşları kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmekte, siyâsî ve ekonomik olarak etkilemektedirler. Özellikle “Visa” ve “Mastercard” logolu kredi ve banka kartları, “SWIFT” gibi küresel bankacılık hareketleri tamâmen bu zihniyetin kontrolünde. Bu sistemler aracılığıyla, hiçbir fiziksel çaba sarf etmeden, sâdece işletim sağlayarak aylık yüz milyarlarca dolarlık gelir elde ediliyor. Üstelik bu gelirlerine karşılık, Türkiye dâhil hiçbir ülkeye de vergi ödemiyorlar.

Birleşmiş Milletler, Avrupa ülkeleri ve Amerika'dan İsrâil'in bu zulmüne karşı bir tepki beklemek nâfile. Çünkü hepsinin ekonomisi tamâmen onların ellerinde. Rusya-Ukrayna savaşında da bu durum net bir şekilde ortaya çıktı. Batılı devletler, ödeme sistemi ambargosu ile Rusya'yı tehdit ederek, ona büyük ekonomik zararlar verdiler. Bu, Rusya'nın SWIFT sisteminden çıkarılması veya kısıtlanması tehdidiyle gerçekleşti. SWIFT, dünyânın en büyük ödeme sistemi olup, Rusya'nın dış ticâretinin büyük bir kısmını oluşturuyor. Rusya, bu tehdide karşı kendi ulusal ödeme sistemini, “MIR”'i geliştirdi ve yaygınlaştırdı. MIR, 2020 yılına gelindiğinde 70 milyon kartla kullanılan bir sistem hâline gelmişti.

Türkiye de son yıllarda kendi milli ve yerli ödeme sistemini geliştirerek stratejik bir hamle yapmıştır. 2016 yılında hayata geçirilen “TROY”, bu bağlamda, sâdece bir ödeme sistemi değil, aynı zamânda ekonomik bağımsızlığımızın bir sembolü hâline gelmiştir. Bu hamleyle Türkiye, global ödeme sistemlerindeki Yahûdi etkisinin egemenliğine meydan okuyarak kendi ekonomik çizgisini eline almıştır. Ancak, ne yazık ki bu önemli adım, ülkemizde yeterince fark edilmemiş ve anlaşılamamıştır.

Yapılan araştırmalara göre, 2023 yılı itibârıyla “Visa” ve “Mastercard" kullanıcı sayısı dünyâda 5 milyarı geçmiş, Türkiye'deki “Visa” ve “Mastercard" kullanıcı sayısı ise 385 milyonu bulmuştur. Bu, ülkemizdeki 83 milyon nüfusun her bir bireyinde 5 adet “Visa” ve “Mastercard” olduğunu gösteriyor. Bu kartların ekonomik kazanç payı %96 seviyesindeyken, TROY'un ekonomik kazanç payı yalnızca %4'tür. Bu durum, ulusal ekonomimizin büyük bir kısmının hâlâ yabancı ödeme sistemlerine bağlı olduğunu ve bu nedenle büyük bir finansal kaynağın yurt dışına aktığını göstermektedir.

2023 yılının sâdece Eylül ayında ve sâdece Türkiye'de kartlarla yapılan toplam harcamanın 850 milyar ₺ olduğunu düşündüğümüzde, bu harcamaların ortalama %1'lik bir komisyon oranıyla 8,5 milyar ₺'lik bir tutarın yabancı ödeme sistemleri aracılığıyla dışarıya aktarıldığı anlaşılmaktadır. TROY'un bu pastadan aldığı pay, kendi ülkemizde %4 olduğuna göre, geriye kalan 8 milyar ₺'lik kısmın büyük bir bölümü yurt dışına gitmektedir. Bu durum, yılda yaklaşık 100 milyar ₺'nin ülke dışına çıkışını ifâde etmektedir.

100 milyar Türk lirası ile Türkiye’de neler yapılabilirdi? Sanayi sektöründen birkaç örnek vermek gerekirse:

Savunma sanayisinden örnek verecek olursak:

Belirli uluslararası sermaye sahipleri, bu potansiyellerini biliyor ve bu yüzden rahat hareket ediyor. Halk arasında sıkça duyulan bir soru var: "Yok mu bunları durduracak bir güç?" Belirli uluslararası finansal güç sahipleri, çoğu insânın farkında olmadığı ve vazgeçemediği, kilit ekonomik noktaları ele geçirmiş durumda. Bu nedenle de pek çok kişi onları durduramayacağını düşünüyor.

Şimdiye kadar onlar çalıştı ve Rabbimiz de onlara verdi. Zirâ âyette öyle buyurmaktadır: “Ve (yine bildirilmedi mi ki) şübhesiz insân için, (kendi) çalıştığından başkası yoktur!”[i] buyuruyor. Âyet “insân” ifâdesinin kullanıyor “Müslümân” demiyor. Çalışan kazanır ve gücü elde eder ki elde ettiler. Geçmişte, "Ne yapalım? Alternatifimiz yok" diyorduk. Ancak artık durum değişti. Müslümânlar da bu gerçeği fark ederek harekete geçmiş durumda.

Rusya'nın “MIR” ve Brezilya'nın “Elo” gibi kendi ödeme sistemlerini geliştirmesi, bu ülkelerin ekonomik bağımsızlık ve kendi çizgilerini kontrol etme yolundaki kararlılıklarının bir göstergesi. Bu sistemler, kendi halklarının refahını korumak ve uluslararası alanda daha bağımsız bir duruş sergilemek için atılmış stratejik adımlardır.

Rusya'nın MIR ödeme sistemi, uluslararası baskılara karşı koyabilmenin bir yolu olarak ortaya çıktı ve kısa sürede 70 milyon kullanıcıya ulaştı. Brezilya'nın Elo sistemi ise sâdece 5 yılda 110 milyon kullanıcıya erişerek, ülkenin nüfûsunun yarısından fazlasını kapsayan bir işlem hacmine ulaştı. Bu başarılar, yerel ödeme sistemlerinin sâdece bir ihtimâl olmadığını, aynı zamânda gerçekleştirilebilir ve etkili bir strateji olduğunu göstermektedir.

Türkiye'nin TROY sistemi ise, bu global örneklerin ışığında, ülkemiz için de benzer bir yol haritası çizebilir. TROY, 7 yıl içinde 15 milyon kart hizmeti vererek, Türkiye'deki toplam kart hizmetlerinin maalesef %4'ünü temsil etmekte. Bu oran, henüz uluslararası örneklerin gerisinde olmakla birlikte, yine de büyük bir potansiyeli işâret ediyor. Ancak, maalesef Türkiye'de bu sistem yeterince tanınmamakta ve kullanılmamaktadır.

Öte yandan, İsrâil'in ekonomik gücü ve etkisi düşünüldüğünde, bu ülkenin yalnızca Türkiye üzerinden aylık yüz milyarlarca dolar kazandığı ve bu gücü siyâsî ve ekonomik etki için kullanabildiği bir gerçek. TROY'un kullanımının artırılması, bu finansal akışı kısmen de olsa kontrol altına almak ve ulusal ekonomimize daha fazla katkıda bulunmak için bir fırsat sunuyor.

TROY'un sâhiplik yapısı da dikkate değer: %50,01'i Merkez Bankası, %23'ü kamu bankaları (Vakıfbank, Ziraat Bankası, Halkbank), %27'si ise Türkiye'deki özel bankalara ait. Bu, TROY'un %73'ünün devlete ait olduğunu ve dolayısıyla ulusal çıkarlarımızı doğrudan desteklediğini gösteriyor. TROY logolu kartların kullanımını artırmak, sâdece ekonomik bir tercih değil, aynı zamânda İsrâil'in ekonomik gücüne karşı bir duruş sergileme ve ulusal çıkarlarımızı koruma eylemidir.

Belirli uluslararası sermaye sahipleri, ekonomik ve siyâsî güçlerinin farkındalar ve bu güçle dünyâ sahnesinde rahatça hareket ediyorlar. Halk arasında sıkça duyulan, "Yahûdileri durduracak bir güç yok mu?" sorusu, Yahûdilerin uzun yıllar süren stratejik planlamalarının ve kilit ekonomik noktaları ele geçirmiş olmalarının bir yansıması. Yahûdiler, çoğu insânın farkında olmadığı ve vazgeçemediği, bu kilit noktalar sâyesinde geniş bir ekonomik ve siyâsî etki alanı elde etmiş durumda.

Küresel ekonomideki hâkimiyetini kullanarak, uluslararası alanda siyâsî ve ekonomik etki elde eden İsrâil, bu gücü Filistin halkına yönelik zulmünü sürdürmek için de kullanıyor. İsrâil'in bu zulmüne karşı yürütülen boykot eylemleri, İsrâil'in ekonomik gücünü zayıflatarak, bu zulmün sona ermesine katkıda bulunabilir.

Türkiye, TROY sistemiyle, İsrâil'in ekonomik gücüne karşı bir duruş sergileme ve ulusal çıkarlarını koruma fırsatına sâhip. TROY sisteminin kullanımının artırılması, Türkiye'nin dışa bağımlılığını azaltacak, yerli üreticileri destekleyecek ve istihdâm oluşturacaktır.

TROY sisteminin yaygınlaştırılması için, kamu kurumları ve sivil toplum kuruluşları tarafından ortak bir çalışma yürütülmesi gerekiyor. Bu çalışmada, TROY sisteminin avantajları ve İsrâil'in ekonomik gücüne karşı önemi konusunda kamuoyunun bilgilendirilmesi büyük önem taşıyor.

Türkiye, TROY sistemini yaygınlaştırarak, İsrâil'in ekonomik gücüne karşı bir duruş sergileyebilir ve ulusal çıkarlarını koruyabilir. Bu konuda, kamu kurumları ve sivil toplum kuruluşları tarafından ortak bir çalışma yürütülmesi gerekiyor. Bu çalışmada, TROY sisteminin avantajları ve İsrâil'in ekonomik gücüne karşı önemi konusunda kamuoyunun bilgilendirilmesi büyük önem taşıyor.

Türkiye, TROY sistemini yaygınlaştırarak, İsrâil'in ekonomik gücüne karşı bir duruş sergileyebilir ve ulusal çıkarlarını koruyabilir. Bu, İsrâil'in Filistin halkına yönelik zulmüne karşı da önemli bir adım olacaktır. TROY sistemi, Türkiye'nin ekonomik bağımsızlığı için önemli bir fırsattır. Bu fırsatı değerlendirmek, Türkiye'nin ve İslâm âleminin hayrına olacaktır.

[i] Necm Sûresi 39. Âyet

QOSHE - “Troy” İle Ekonomik Bağımsızlık: İsrâil Boykotunda Yeni Bir Strateji - Salahattin Altundağ
menu_open
Columnists Actual . Favourites . Archive
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close
Aa Aa Aa
- A +

“Troy” İle Ekonomik Bağımsızlık: İsrâil Boykotunda Yeni Bir Strateji

2 0
14.11.2023

Dünyâ sahnesinde yankılanan trajediler içinde, insânlık vicdanını paramparça eden, kalpleri acımasızca dağlayan bir gerçek yükseliyor: İsrâil’in Filistin'de yürüttüğü haksız ve kan donduran zulümü. Bu durdurulamayan, haksızlık ve vahşetle dolu savaş, yıllar boyunca Filistin halkına karşı İsrâil'in kontrolsüz ve gözü kara zulmüyle dünyâ vicdanında derin ve iyileşmez yaralar açmıştır. İsrâil'in bu vahşi ve barbar eylemleri, sâdece Müslümânların değil, dünyânın her yanındaki vicdan sâhiplerinin ruhunda derin bir nefret ve öfke fırtınasına dönüşmüştür.

Bu savaş, yalnızca şiddetli bombaların ve mermilerin neden olduğu bir yıkım değil, aynı zamânda mâsumlar, çocuklar, kadınlar ve yaşlılar tarafından çıkarılan yürek yakan çığlıklarla da insânlık tarihine koyu bir leke, silinmez bir utanç damgası olarak kazınmıştır. Filistin topraklarında yaşanan bu acımasız vahşet, dünyânın her bir köşesindeki vicdan sâhiplerini derinden sarsmış, onları adâlet ve insânlık adına bir araya gelmeye, seslerini daha yüksek çıkarmaya itmiştir.

Vicdan sâhibi insânlar, gökyüzüne yükselen bu feryâtları kalplerinin en derin köşelerinde hissediyorlar. Tarihte, Efendimizin (asm) Hayber'deki Yahûdiler karşı uyguladığı ekonomik strateji, bugün de İsrâil'in zulmüne karşı bir ilham kaynağı olarak yankılanıyor. Tıpkı o günlerde olduğu gibi, bugün de insânlar, zulmün finansal kaynaklarına darbe vurarak, İsrâil malı olan ürünleri boykot ediyorlar. Bu eylem, sâdece vicdânî bir duruşu temsîl etmiyor, aynı zamânda Efendimizin (asm) sünnetine uyarak hem mânevî bir kazanç sağlıyor hem de İsrâil'e ciddi bir darbe indiriyor.

Peygamberimiz (asm), 629 yılında, Hayber'deki Yahûdilerin anlaşmalara uymayışını ve Müslümân karşıtı faaliyetlerini gözlemlemişti. Bu tehlikeli gidişât, Müslümânlar ve Hayber Yahûdileri arasında bir çatışmaya yol açtı. Yahûdiler, Hayber'in yüksek ve sağlam kalelerine sığınarak direniş gösterdiler. Müslümân ordusu, günlerce beklemesine rağmen Yahûdiler kalelerinden çıkmayarak, Peygamberimizin (asm) ayrılmasını bekliyorlardı. Bu uzun bekleyiş ve tükenen stoklar, Müslümânların moralini zayıflatmıştı. Bu durum karşısında Efendimiz (asm), stratejik bir hamle yapmaya karar verdi: Hayber Yahûdilerinin ekonomik temelini oluşturan hurma ağaçları kesilecekti. Bu, sâdece bir ekonomik darbe değil, aynı zamânda onların geleceğine ve servetlerine yönelik bir hamleydi. Ağaçlar kesildikçe, Yahûdilerin umutları da sönmeye başladı. Sonunda, boyun eğmek zorunda kaldılar ve Hayber'den ayrıldılar.

Bugün, dünyâ çapındaki insânlar da benzer bir strateji izleyerek, İsrâil'in ekonomik kaynaklarına zarar vermek ve onun zulmüne karşı durmak için ürünlerini boykot ediyorlar. Bu, sâdece geçici bir tepki değil, aynı zamânda İsrâil'in politikalarına karşı sürekli ve etkili bir direnişin parçasıdır.

Bugün, küresel ekonomi üzerindeki Yahûdi etkisinin sâdece fiziksel mallarla sınırlı olmadığı bir gerçek. Finans ve ekonomi dünyâsının kalbinde, bankacılık sistemleri ve ödeme ağları üzerinde derin bir hâkimiyet kurmuş durumdalar. Bu gücü kullanarak, uluslararası alanda ülkeleri ve büyük kuruluşları kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmekte, siyâsî ve ekonomik olarak etkilemektedirler. Özellikle “Visa” ve “Mastercard” logolu kredi ve banka kartları, “SWIFT” gibi küresel bankacılık hareketleri tamâmen bu zihniyetin kontrolünde. Bu sistemler aracılığıyla, hiçbir fiziksel çaba sarf etmeden, sâdece işletim sağlayarak aylık yüz milyarlarca dolarlık gelir elde ediliyor. Üstelik bu gelirlerine karşılık, Türkiye dâhil hiçbir ülkeye de vergi ödemiyorlar.

Birleşmiş Milletler, Avrupa ülkeleri ve Amerika'dan İsrâil'in bu zulmüne karşı bir tepki beklemek nâfile. Çünkü........

© Risale Haber


Get it on Google Play