Bismillah neden her hayrın başı?
Başlangıcımız şurası olmalı bence arkadaşım: "Maneviyat bize neden lazım?" Evet. Ancak bu soruya cevap verdikten sonra manevî olanın bilgisine erişebiliriz. Yoksa rüzgârın kayadan hiçbirşey koparamaması gibi üzerimizden eser gider. İlimler ihtiyaçlar üzerine kuruludur. Yara ışığın vücudumuza sızdığı yerdir. İhtiyacı olmayanın ilmi de olmaz. Sorusu olmayanın da ihtiyacı olmaz. O yüzden bizi önce sorularımızla tanıştırmak gerek. Ben de şimdi bunu yapıyorum. En azından deniyorum. Hem sana hem kendime soruyorum: "Maneviyat bize neden lazım?" Onsuz yaşanmaz mıydı? Varlığını bilmeden geçmez miydi hayat? Şol düğümü çözebilirsek inanmayı da konuşabiliriz. Çözümün ilk hamlesini deneyeceğim bir de. Ve yine çiçek gibi ortamıza bırakacağım bir soruyu: "Varolan herşeyin en temel isteği nedir?"
Varolan herşeyin en temel isteği 'var kalmak'tır. Çünkü tanıdığı herşeyi varolarak tanımıştır. Varolmamanın ne olduğunu bilmez. Tanımlayamaz. Kestiremez. İstemez. O yüzden hiçliği düşleyemez bile. Bu var kalmanın da iki vechi vardır: 1) Varolan herşey varlığının eksilmemesini ister. 2) Varolan herşey varlığının artmasını ister. Bunlara şimdilerde 'korunma güdüsü' ile 'menfaat güdüsü' gibi isimler veriyorlar. Onları da kulağımıza küpe edelim. Ancak bizim ulemamız mezkûr iki temel kuvveyi şöyle isimlendiriyor: 1) Kuvve-i gadabiye. 2) Kuvve-i şeheviye... Bir de üçüncüsünün gerekliliğini katmışlar işin içine. Maşaallah. 3) Kuvve-i akliye. Bu da lazım. Zira zararlıyı menfaatliden ayıramadan diğer ikisinin görebileceği bir fonksiyon olamaz. Yani 'kuvve-i akliye' diğer 'temel güdüler'imizin çalışabilmesinin tek yoludur. Aklı olmayanın yükümlülüğü yoktur. Aklı olmayanın imtihanı yoktur. Aklı olmayanın dini de olmaz. Bunlar bize nicedir zaten öğretilmiştir.
Varlıkta bir yer tutmak kendisine bahşedilmiş herşeyin bu kuvveleri ya bizzat vardır yahut da dahil olduğu küllî hayat nedeniyle vardır. Eğer tek tek atomların kendi iç sistemlerini korumaktaki temayüllerini görmeyip onları cansızlardan sayıyorsan, dahil oldukları hayatlı vücudlar sayesinde, yine bir çeşit hayata mazhar olduklarını düşünebilirsin. O zaman bu kuvveler dahil oldukları hayatların kuvveleri olurlar. Ve o cansız addettiklerin de o kuvvelerden izler taşırlar. Çünkü, mesela, hücremizin zarı 'bir hayat tezahürü olarak' seçici-geçirgen olduğu gibi dünyamızın atmosferi de 'seçici-geçirgen'dir. Güneşten gelen ışıkları süzer. Isının ne kadarı kalacak ne kadarı gidecek o atmosfer sayesinde kontrol edilir. Meteorları mümkün mertebe parçalaya parçalaya içine alır. Büyük lokmalar halinde yutmaz. Yani sanki küremiz de hayata mazhar gibidir. Ancak onunkisi beşerinki kadar yüksekçe değil. Daha çok bir hücrenin tepkilerine benzemektedir.
Hayata mazhar olan herşey kendi iç sistemini dışından ayırmayı biliyor. Tek hücreli seviyesinde veyahut insan kadar... Her şekilde aynı temel bilinç var. (Tezahür şiddeti değişik tabii.) O nedenle kendisine zararlı olan şeylerden kaçıyor. Faydalı olan şeyleri de elde etmeye gayret ediyor. Ve ikisini birbirinden ayırabiliyor. Varlığını devam ettirme arzusunun bir delili bu. Yani varolan herşeyin 1) Varlığını arttırmak istediğini 'menfaatini kovalamasından' anlıyoruz.........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Gideon Levy
John Nosta
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein