Allah'ın da bir 'kızılelma'sı var

İslam'ın Geliştirdiği Tasavvuf nâm eserinde, Ömer Rıza Doğrul, 'nur-u Muhammedî' ve 'hakikat-i Muhammediyye' gibi kavramları ilk kullananın Hallac-ı Mansur Hazretleri olduğunu söylüyor. Hatta Kitabü't-Tavâsîn'den şöyle alıntılar da yapıyor: "Bütün nurlar onun nurundan doğmuş, peygamberlerin nuru onun nuruyla aydınlanmıştır. Nurlar içinde onun nurundan daha parlağı yoktur. (...) Himmeti himmetlerin hepsinden üstündür. Varlığı yokluktan önceydi. İsmi kalemden evvel yazılıydı. Çünkü bütün ümmetlerden evvel var idi. (...) Bütün ilimler Hz. Muhammed Mustafa'nın denizler gibi olan ilminden bir katredir. Ve bütün hükema onun nehrinden bir avuçtur. Bütün zamanlar onun nehrinden bir saattir. (...) Hak ve hakikat onunladır. Hilkatte ilk o, nübüvvette son o. Bâtında hakikat o, zahirde marifet o..."

Kendisinin, yani Doğrul'un, mevzuyla ilgili izahlarıysa şöyle: "Hallac'ın 'nur-u Muhammedî' yahut 'hakikat-i Muhammediye' nazariyesine gelince: Kitabü't-Tavâsîn adlı eserinde buna bir kısım ayırmış ve 'sinac tasini' adını vermiştir. Onun bu eserindeki anlatışına göre: Hz. Muhammed Mustafa'nın birbirinden ayrı iki sûreti vardır. Biri, ezelî ve kadim bir nurdur ve bütün varlıkların varolmasından önce vardır. Her ilim ve irfan bu nurdan doğmuştur. Diğeri, onun peygamber ve resul olarak dünyaya gelen suretidir ki, fanidir. Ve muayyen bir yerde, muayyen bir zamanda varolmasını gerektirmiş, o da vaktinde zuhur ederek vazifesini yapmış, ilim ve amelde haiz olduğu kemali ezelî nurdan alarak belirtmiştir. Nitekim bütün peygamberlerle bütün evliya da aynı nurdan feyiz almışlardır."

Yine, aynı eserde belirtildiğine göre, Hallac-ı Mansur Hazretlerinden sonra bu kavramları en vurgulu şekilde kullanan İbn-i Arabî Hazretleri imiş. Hepsine rahmet olsun. Biz nurcularsa, malum, bu ıstılahlara Risale-i Nur'dan aşinayız. Evet. Mürşidimiz de bu kavramları sıklıkla kullanıyor. Demek ki onlarda mühim bir sır farketmiş. Zaten, hâşâ, nasslara aykırı şeyler değiller. Manalarını destekleyen hadisler de mevcuttur. Hatta, Ebubekir Sifil Hoca, 'hakikat-i Muhammediyye' kavramına annelik eden hadislerin sıhhatine dair tenkidler yapılabilirse de, manasının doğruluğuna itiraz edilmeyeceğini, zira Kur'an'da da bu çıkarımı destekleyen ayetler bulunduğunu söyler.

İşte Bediüzzaman'ın konuyla ilgili beyanlarından bir küçük iktibas: "Nasıl ki 'nur-u Muhammedî' ve 'hakikat-i Ahmediye' aleyhissalâtü vesselâm, divan-ı Nübüvvetin hem fatihası, hem hâtimesidir. Bütün enbiya onun asl-ı nurundan istifaza ve hakikat-i dininin neşrinde onun muînleri ve vekilleri hükmünde oldukları ve nur-u Ahmedî (a.s.m.) cephe-i Âdem'den, tâ zât-ı mübarekine müteselsilen tezahür edip neşr-i nur ederek, intikal ede ede tâ zuhur-u etemle kendinde cilveger olmuştur."

Fakat, bir ilave, burada fizikten çok daha ince birşeyin konuşulduğu kanaatine sahibim ben. Zaten 'nur' kavramını........

© Risale Haber