Çinli Olmayan Sivri Sineklerin Tropikal Dişil Isırıkları*

İçimde köşeye sıkışmış üşengeçliğimin hazımsızlığını yazıyorum buraya; peki sadece içimdekileri mi? Umursamazlık üşengeçliğimin iştahını iyice depreştiriyor ve bunu hiç umursamıyorum. Bu kadar umursamazlık da fazla olmalı. Yazdıklarımın beni satır aralarında nasıl gösterdiğini tahmin edilmesi güç olmasa da gülünç hâlbuki. Tahmin sınırlarını aşan bir başka gerçek varsa da sivrisinekler. Yalnız değilim anlayacağınız. Her gece sivrisineklerin ısırıklarına maruz kalınca derman kalmıyor düşünmeye çünkü. Yazın bahçelerde gezinirken ısırılmaya alışığız da kış mevsiminde neler oluyor böyle? Hem bu kadar sivrisineğin şehrin merkezinde ne işi olabilir ki? İşte bunu anlamakta çok geç kaldım. Bu kadar ısırılıyor olmak beni öfkeli de yaptı sanırım. Dayanabilme gücümle sınandığım da bir gerçek. Duvara bakma hürriyetimden bile alıkoyuyorlar bu meretler. Karıncaların en olmadık yerden çıkıyor olmasına hayret etmeyi bıraktık da kan emici bu sivrisineklerin vızıltısına bir türlü alışamıyorum maalesef. Kulağımın dibinde davul çalsa bile hiç umurunda bile olmayan ben, artık meramımı anlatamadığımı düşünmüş olacağım ki onlar hakkında bilgi toplamaya koyuldum. Karıştığım bir iki makaleye göre sinirleri hoplatan o vızıltının daha çok dişi sivrisineklerin çıkardığı bilgisini öğütürken benimle aynı dertten muzdarip başka birileriyle karşılaşınca bir nebze olsun içim rahatlıyor. Ayaklara olan meraklarına kadar götürdüm araştırma işini. Quentin Tarantino’yu hariç tutarsak tamamen içgüdüsel bir ihtiyaçtan bunlarınki. Hayatta kalmak için kan emmeleri gerekiyormuş anlayacağınız. Buna alışmalıymışız. Hoş, bizim vızıltı deyip sinir olduğumu o ses, erkek sivrisineklere müzik gibi geliyormuş. Duy da inanma. Ben okudum, hemen inandım. “La” notasına denk geliyormuş portede. Biz erkeklerin de bu dişi sivrisineklerden öğreneceği çok şey varmış meğer. Doğa her zaman şaşırtır insanı, şimdi olduğu gibi. Şuan bile içeride bu ses yankılanıyor. Etrafımda bilmem kaç kez döndüler saymadım. Yazıyı yarıda bırakmayacağımı sandıklarından mı bilinmez kanto yaparcasına oradan oraya uçuyorlar. Hesaba katmadıkları bir şey var oysa; erketeye yatmış konacakları anı bekliyorum. Yan odada yatmaya gidiyorum diyen eşimin sesi bölüyor birden bu ritüeli. Kâbus mu gördü acaba, diye koşturarak yanına fırlıyorum: “Yavrum içeride sivri var”. Deyip kaldığı yerden devam ediyor masalsı uykusuna. Has odabaşı görevi bana bahşedilmiş de haberim yokmuş. Gerekeni yapıyor ve gözlerimi kırpmadan duvara yapıştırıyorum sivrisinekleri. Eğer bu bir canlı ise nasıl oluyor da öldürürken vicdan azabı duymuyorum ki? Sonra belleğimin tozlu raflarında hapsolmuş bir haberi hatırlıyorum. Olay mahalline giden bir dedektif, katilin yakalanması için inceleme yaparken yerde yatan bir sivrisineği görür ve incelemeye gönderir. Bunun neticesinde sivrisineğin emdiği kandan katilin kim olabileceği gerçeğiyle baş başa kalırlar. Katil yakalanır da gerçekten. Bu tarafı bizi hiç ilgilendirmez. Bundan ders almalı mıyız ya da ne kadarı bizi bağlıyor bilemem. Ancak öldürdüğüm sivrisineklerin cesetlerini toplayarak olay mahallinden çok uzaktaki bir çöp kutusuna atmak için dışarı atıyorum kendimi. Dersimi almış da ediyorum ezber.

Okuldan yeni ayrılan öğrencilerin ağzından çıkan küfürleri geride bırakarak ilerliyorum. Talim ve terbiyeden geçmiş kelimeleri arıyorum üstüme vazifeymiş gibi. Ellerinde sigara, ağızlarında küflenmiş bu sözcüklerin hangi kulaklara değeceğini hesaba katmadan umarsızca konuşabilmelerini hangi tamlamalarla size izah edebilirim ki başka? Ama yok bu da değil rahatsızlık veren, kolaya kaçarak yargılayamayız bu öğrencileri. Elimde ceset torbası dururken bunları sarf etmek gülünç geldiği kadar ciddiye de alamıyorum kendimi. Öğretmenlerini mevzubahis edecek olsak falso bir hareket olarak zihnimizi meşgul edeceğinden başka bir yol arayışına geçiyorum. Sanki hepimiz biliyoruz da duymazdan yahut bilmezden geliyormuş hissine abanmak istiyorum nedense. İsmet Özel’in “Bir Yusuf Masalı” şiirinde geçen şu dize her şeyi açığa çıkarır acaba deyip eşelemeye devam ediyorum: edebiyat burada bize yardım edemez. Buradan başlayarak kendime bir kaçış da hazırlayabilirim pek âlâ. Bu dizeden mülhem olarak “edebiyat burada işimize yarayacak”, desem nasıl bir anlam çıkarabiliriz ki. Çok çabuk değişiyor zaman, çok başka şeylere acayip demeye başladık ve devam ediyoruz şaşırmaya. Çözüm arayışına giriyor muyuz emin değilim. Çözümü ne bunun? Biz sorularımızı soralım da cevap vermek için biri elbette parmak kaldırır. Öğrencilerin kendi aralarında geçen sefalete bulanmış hakikatten bahsetmiyorum şimdilik. Sanki korkularımdan bahsetmezsem korkulacak bir şey de kalkmayacakmış gibi fena bir rehavet çekiyor üzerime yine. Üç liseye eşit mesafedeki bir sokağın hemen başında yer alan sahafı öğrencilerin hiç umursamadıklarını fark ediyorum. Kafalarını bile çevirmeye tenezzül etmediklerini görünce hayretimi beraberimde sürüklüyorum. Mübalağa ettiğim düşünülmesin, sakın ha. Sokağa sıkışmış o sahaf ise yılsonu gelmeden bu öğrencilerin işlerini kolaylaştıracak gibi; çünkü taşınacak ve başka ilçede kitapların üzerindeki tozu silecek. Böylece bakmadıkları bu sahaftan kurtulmuş olacaklar.

Kendimi aksi bir ihtiyarın çaresizliğine burnunu sokan bir başka moruğa benzetiyorum. Yaşıyoruz işte, öyle ya da böyle demek dilimin ucuna geliyor da geri çekiyorum anında. Ağzımızdan çıkanı kelimeye bu kadar dikkat ederken bir başkasının bodoslama duvara toslamasına hayret etmemeyi bir türlü beceremiyorum. Fi tarihinde yaklaşık yirmi dakika derse geç gelen bir öğrencimin ders saatini on beş dakika uzatmama karşın pişkinliğinin arkasına sığınarak daha da uzatmamı istemesi üzerine cevap vermek ile vermemek arasında şöyle hızlıca gidip geldiğimi hatırlayınca gülümsedim. Sahaf ile sivrisinekleri aynı yazıda nasıl konu edindiğimi düşününce durumun vahametini daha da kavrar oldum galiba. Sivrisineklerin ceset kokusu burnumun direğini yamultmaya başlamışken öğrencilere haksızlık yapmış olabileceğim gerçeğini saklı tutuyorum. Sonra bir daha düşündüm; öğretmenler ne kadar okuyor? Bu soruya cevap vermek için herhangi bir okulun öğretmenler odasına ziyaret ederek öğrenmek mümkün. Konuşulan konuları burada sıralayarak durumu vülgarize etmek istemem. İlle de söyleyecek olsam İkinci Yenicileri yahut Kuyucu Murat Paşa’nın Tebriz Seferi sırasında Safeviler’e esir düşmesinin arkasındaki asıl nedenleri tartışmadıklarını söylerdim. Verdiğim örnekler tatmin etmeyebilir, kendi örneklerinizi seslendirebilirsiniz aynanın karşısında. Ebeveynlerin okumayla arası nasıl acaba? Yok yok yazının geldiği nokta pek hoşuma gitmedi. Sivrisineklerin cesetleri dikkat çekmeye başladı, bana bakıyorlar çünkü.

Buradan idealist öğretmenlerimize ayrıca bir parantez açarak konuyu dağıtacak değiliz; burada edebiyat gerçekten işimize yaramayacak. Meraklı, heyecanlı ne istediğini bilen adı bizde saklı öğrenciler ne yazık ki azınlıkta kaldığından yığının arasında kaybolma riskini hesaba katıyoruz. Görmekten bahsettim ya şu anekdotu paylaşmadan edemeyeceğim. 8 Nisan 1930’ ölümden döner Va-Nü. (Vala Nürettin den bahsediyoruz burada). Nazım Hikmet’in teyzesi Sara Hanım’la evli olan tüccar Şevket Mocan, eşiyle Va-Nü arasında gizli bir ilişki olduğunu duyunca Babıâli Yokuşu’nda kendisine ateş eder ama gözleri şehla olduğu için yanlışlıkla Akşam gazetesi çalışanlarından birini vurarak yaralar. İşte bu anekdotun konumuzla hiçbir alakası olmadığı kadar bu sivrisineklerin tropikal sivrisineklerle hiçbir genetik bağlantısı yoktur.


© qolumnist