menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

“12 Gün Savaşı”nın Jeopolitik, Toplumsal, Askerî ve Diplomatik Etkisi

17 9
01.07.2025

NTV Tahran muhabiri Ali Çabuk, Anadolu Ajansı Muhabiri Ahmet Dursun ile Al Jazeera Arapça yazarı ve İran uzmanı gazeteci Ramazan Bursa, İsrail-İran savaşını Perspektif için değerlendirdi.

Mülakat: Naman Bakaç

İsrail-İran savaşı 12 günün ardından ateşkes ile şimdilik durdu. Belki de tarihe 1967’deki “6 Gün Savaşı” gibi “12 Gün Savaşı” olarak geçecek. Zira bu savaştan sadece İsrail ve İran değil, ABD, Katar ve Irak da etkilendi. 12 günlük savaş boyunca tarafların stratejileri, askerî kapasiteleri, diplomatik hamleleri, istihbarî faaliyetleri ve bunların toplumsal etkileri ile jeopolitik sahaya yansımalarının neler olduğunu, uzun yıllar Tahran’da gazetecilik yapmış isimlerle konuştuk. NTV Tahran muhabiri Ali Çabuk, Anadolu Ajansı Muhabiri Ahmet Dursun ile Aljazeera Arapça yazarı ve İran uzmanı gazeteci Ramazan Bursa ile süreci analiz etmeye çalıştık.

Ali Çabuk - NTV Tahran Muhabiri

ABD, MÜZAKERE SÜRECİ VE ASKERÎ TEHDİTLERİNİ EŞZAMANLI KULLANARAK “ZORLAYICI DİPLOMASİYİ” BAŞLATTI

İran’ı çok yakından takip eden bir gazeteci olarak ABD’nin savaşa dâhil olmasını bekliyor muydunuz? ABD’yi savaşa dâhil eden faktörler neler? ABD’nin denkleme girmesiyle İran nasıl bir tavır sergileyecek?

Trump’ın başkanlık dönemi ile başlayan ABD-İran müzakerelerini, süreci Tahran’dan takip eden gazeteciler olarak “barış için savaş diplomasisi” olarak gördük. Barışın çok konuşulduğu yerlerde savaşların çıkma potansiyeli de yüksektir. Trump, ikinci başkanlık döneminde İran konusunda B planını devreye sokacağını “maksimum baskı” politikasını başlatarak göstermişti. İlk kez bir ABD Başkanı Tahran’ı bombalamakla, İran lideri Ayetullah Hamaney’i öldürmekle tehdit etti. ABD, müzakere süreci ve askerî tehditlerini eşzamanlı kullanarak “zorlayıcı diplomasiyi” başlattı. Bir anlamda Tahran’ı eline aldığı sopayı sallayarak zorla masaya getirmiş oldu. Tahran yönetiminin ise Ayetullah Hamaney’in “ABD ile müzakere onurlu ve akıllı bir karar değildir ve tahakküm kurmak içindir” sözüne rağmen masaya gitmesi, Trump’ın tehditlerini blöf olarak görmediğini ve ciddiye aldığını gösterdi. Trump’ın ilk başkanlık döneminde mektubunu kabul etmeyen Hamaney, ikinci başkanlık döneminde gönderdiği mektubu aldı ve cevap da verdi. Ancak Hamaney’in konumunun daha iyi anlaşılması gerekiyor.

Velayet-i Fakih konumunda olan Ayetullah Hamaney tek başına dış politikayı belirlemiyor. Ulusal Güvenlik Konseyi ülkenin hassas konularında karar alıyor. Bu konseyde Hamaney’in temsilcisinin yanı sıra hükümet paydaşları da bulunuyor. Eğer hükümet müzakere konusunda istekli ve bu doğrultu da kesin karar alırsa, Velayet-i Fakih’in konumu süreci yönetmek olur. Bir anlamda hükümetin başında olan Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan, müesses nizamın da onayı ile Trump‘ın anlaşma için verdiği iki aylık sürenin sonunda “kısıtlı askerî müdahale” gelebileceğini öngörerek müzakereye fırsat tanıdı. İki aylık müzakere sürecinin savaş riskini azaltabileceği hesapları yapıldı. Gelinen noktada Tahran’ın müzakere sürecine kilitlenerek “zamansız ve yersiz gerilim azaltma” çabaları ile askerî caydırıcılığını kullanmaması nedeniyle Suriye‘de yaşanan rejim değişikliğinin ardından Tel Aviv’den kalkan trenin Tahran’a ulaşması hızlandırıldı.

ABD’nin amacı hâlâ İran ile anlaşma yapmak. Trump’ın İran konusunda B planı ve maksimum baskı politikasının mahiyeti bu. Güç kullanarak barışın dayatıldığı, iki aylık bir müzakere süreci izledik. Bu süreç boyunca Trump hiçbir zaman İran’a yönelik askerî tehdit dilinden vazgeçmedi. Gerek duyduğunda güç kullanacağını söylüyordu. İki aylık sürenin sona ermesinin ardından İsrail saldırılarının başladığını gördük. İran’ın askerî üst kademesi hedef alındı. İsrail bu saldırıların ardından durabilirdi ancak durmadı ve saldırıları savaşa taşıdı. Hedef alınan isimler İran lideri Ayetullah Ali Hamaney’in komuta kademesi ve İran’ın askerî ve siyasi yapısını şekillendiren önemli isimler. ABD’nin vekil gücü olarak hareket eden İsrail’in Washington adına İran’da temizleme yaptığı ve İran’ı zayıflatarak “teslimiyete” zorladığı görülmekte. Trump ise son vuruşu yaparak Tahran’a barışı dayatmak istiyor. ABD’nin Fordo nükleer tesisine saldırısı, İran’daki sistemi anlaşmaya zorlamak olduğu kadar Trump için dünyaya yapılan bir şovdu da.

SAVAŞIN KAZANANI, “İRADESİ” VE “CAYDIRICILIĞINI” AKILLI KULLANAN TARAF OLACAKTIR

İran’ın ABD saldırısına yönelik “Büyük Fetih Müjdesi” operasyonunun Katar’a yönelik olduğunu gördük. Tahran misillemesinde orantılı bir karşılık vermeye çalıştı. İyi hesaplanmış ve durumun ciddiyetini gören ve “barış dayatmasını” kabul etmediğini gösteren bir misillemeydi. ABD boş nükleer tesisi, İran ise boş ABD üssünü vurdu. Tahran verdiği karşılıkla orantılı misillemeye dikkat etti. Ancak İran Silahlı Kuvvetleri iki önemli mesaj vermiş oldu. ABD’nin Körfez ülkeleri ile işbirliğini, yatırımlarını baltalayabilir ve savaşı Körfez’e taşıyabilir. Diğer ve en önemli mesaj ise enerji ve petrol. İran misillemesinin Irak ve Suriye cephesinden gelmesi düşük düzeyli olacaktır. Ancak Körfez üzerinden misilleme açık bir şekilde ABD’ye gözdağı mesajı taşıyor. Tahran bu misilleme ile ABD’nin ihtiyaç duyduğu enerji tedariki ve güvenliğini tehdit ediyor. ABD saldırısı sonrası İran’da oluşan hâkim düşünce, ABD saldırısının görmezden gelinmesi. Bu da Trump’ı İran’a saldırma konusunda daha istekli veya cesur kılabilir.

ABD ve İsrail’in İran konusunda uzun yıllara yayılan, çok katmanlı ve çözülmesi zor bir planı devreye soktuğu çok açık. Bu planlama içerisinde, rejim değişikliği, iç savaş, yıpratma ve yok etme gibi birçok senaryonun ele alındığı görülüyor. ABD yönetiminden gelen çelişkili açıklamalar, İran konusunda senaryonun her an değişebildiğini veya değişebileceğini göstermekte. Trump rejim değişikliğini hedeflemediğini söylerken, bir gün sonra “rejim değişikliği neden olmasın” diyebiliyor. Elbette söz konusu İran olduğunda “rejim değişikliğinden” ne anlamamız gerektiği de önemli. Rejim değişikliği devrik Şah’ın oğlu Pehlevi’nin Tahran’a dönmesi anlamına gelmiyor. Bu gerçekleşmesi zor bir senaryo.

Ancak İran’ın ABD’ye vereceği yanıt konusunda, Devrim Muhafızları Ordusu ABD’ye gerçekten zarar verme ve caydırma yoluna girmek isterse, bunu Körfez üzerinden yapacaktır. Öyle de oldu. ABD açısından petrol fiyatları ve enerji güvenliği hâlâ önemli. Hürmüz Boğazı’nın kapatılması İran açısından en son seçenektir. Çünkü boğazın kapatılması Hürmüz’ü uluslararası tartışmaya açabilir, hatta kurulacak uluslararası bir koalisyonun askerî müdahalesine dahi neden olabilir. Bu nedenle İran açısından Yemen hâlâ stratejik müttefik konumunda. Yemen İsrail’i, ABD’yi ve Körfez ülkelerini rahatsız edebilecek önemli bir konumda yer alıyor. Ancak tüm bu senaryolar Tahran için bir poker oyunundan farksız değil. Bu nedenle savaşın bir kazananı olacaksa, bu, “iradesi” ve “caydırıcılığını” akıllı kullanan taraf olacaktır. Sahada siyasi ve askerî neden-sonuç ilişkisi uzun bir süredir uluslararası normlara göre hareket etmiyor.

İRAN’I SARSAN VE SALDIRILARIN DEVAM ETMESİNE NEDEN OLAN UNSUR, İSTİHBARAT VE GÜVENLİK ZAFİYETİYDİ

İsrail ve ABD’nin saldırıları karşısında İran’ın askerî, istihbarî, dinî ve siyasi figürlerinin motivasyonu, direnci ve kapasitelerini nasıl buluyorsunuz? Bir eşgüdüm ve tutarlılık var mı? Yoksa bir koordinasyonsuzluk, kopukluk ve dağınıklık mı söz konusu?

Savaş devam ediyor ve İran içerisinde uzun bir süredir güvenlik zafiyeti olduğu biliniyor. Ancak bu zafiyetin ülke içerisindeki boyutunu bilemiyoruz. İsrail saldırısı ile başlayan savaşta İran’a yönelik askerî eylemlerin büyük bir çoğunluğu ülke içerisinde yapıldı. Savaşın ilk üç günü İsrail saldırıları devlet kurumları ve kamuoyunda “şoku”, “kargaşayı” ve “emir-komuta zincirini” bozmayı hedefleyen istihbarî saldırılardı. Askerî kapasite, yıpratma ve sarsma anlamında İran’ın İsrail’e füze saldırılarında başarılı ve etkili olduğunu gördük. Ancak İran’ı sarsan ve saldırıların devam etmesine neden olan unsur, istihbarat ve güvenlik zafiyetinden kaynaklanıyor. Tahran’a yönelik saldırıların Tahran içerisinden yapılıyor olması bunun bir göstergesi. İran’ın farklı bölgelerinde her gün İsrail adına çalışan “casusular” veya işbirlikçi gruplar yakalanıyor. Özellikle de göçmenlerin yoğunlukta olduğunu görüyoruz.

Genelkurmay Başkanı, Devrim Muhafızları Genel Komutanı gibi isimler İsrail saldırılarının ilk hedefiydi. Saldırıların ilk aşaması “İslam Cumhuriyeti’ni” sarsmak, sistem........

© Perspektif