Sudan Krizi Üzerine: Vekâlet Savaşları ve Kaynakların Laneti

JEOPOLİTİK

“Kaynak laneti”, bir ülkenin zengin doğal kaynaklara sahip olmasının, ekonomik kalkınma yerine yolsuzluğu, otoriterleşmeyi, dış müdahaleyi ve iç çatışmayı körüklemesi durumudur. Sudan’daki dinamik, farklı dış güçlerin değerli madenlerin kontrolünü ele geçirmek veya en azından kendi çıkarlarına uygun bir istikrarsızlığı yönetmek amacıyla yerel askeri unsurları finanse etmesi, silahlandırması ve diplomatik olarak desteklemesi üzerine kuruludur.

M. ALİ KAPAR & YUSUF SAYIN 28 Kasım 2025

Günümüz uluslararası ilişkiler sistemi, sıklıkla “vekalet savaşları” (proxy wars) olarak adlandırılan, devlet aktörlerinin devlet dışı aktörler veya yerel milis grupları aracılığıyla jeopolitik rekabetlerini sürdürdükleri bir çatışma alanına sahne oluyor. Sudan’da halihazırda yaşanan kriz, bu modelin trajik laboratuvarı niteliğinde. Bu çatışma basit bir “iç savaş” kategorisinin ötesinde, “kaynak laneti” (resource curse) teorisinin ve dış müdahalelerin birleştiği bir jeopolitik manipülasyon örneği olarak karşımıza çıkıyor.

“Kaynak laneti”, bir ülkenin zengin doğal kaynaklara (Sudan özelinde altın, petrol ve stratejik limanlar) sahip olmasının, ekonomik kalkınma yerine yolsuzluğu, otoriterleşmeyi, dış müdahaleyi ve iç çatışmayı körüklemesi durumudur. Sudan’daki dinamik, farklı dış güçlerin (bölgesel ve küresel aktörler), bu değerli madenlerin kontrolünü ele geçirmek veya en azından kendi çıkarlarına uygun bir istikrarsızlığı yönetmek amacıyla yerel askeri unsurları (Sudan Silahlı Kuvvetleri-SAF ve Hızlı Destek Kuvvetleri-RSF) finanse etmesi, silahlandırması ve diplomatik olarak desteklemesi üzerine kuruludur.

Bu yazı, erken dönem İslam tarihinde yaşanan iç parçalanma (fitne) örnekleriyle Sudan krizini mukayese etmekte. Çalışma, bahse mevzu modern sömürü ve parçalama stratejisinin, İslam’ın erken dönem siyasi tarihinde yaşanan iç parçalanma (fitne) dönemlerindeki dış fırsatçılık modelleriyle tarihsel benzerliklerini analiz etmeyi amaçlamaktadır.

Bir Toplumsal Bütünleşme ve Devlet İnşası Modeli Olarak “Mu’âhât”

Analizimize bir karşıt modelle başlamak, modern başarısızlığın boyutlarını anlamak için gereklidir. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Medine’ye Hicreti (622), yalnızca bir göç eylemi değil aynı zamanda bilinçli siyasi-toplumsal bir yeniden kuruluş projesiydi. Hz. Peygamber’in Medine’de karşılaştığı toplum, derin kabile (asabiyet) bölünmeleri, ekonomik eşitsizlikler ve etno-dinsel farklılıklarla parçalanmış bir yapıdaydı. Bu parçalanmışlığı aşmak için uyguladığı “Mu’âhât (kardeşleştirme)” politikası da sıradan bir manevi tavsiye olmanın ötesinde bir sosyal mühendislik ve siyasi bütünleşme stratejisiydi. Bahse mevzu stratejiyle ekonomik entegrasyon, yani Mekkeli mültecilerin (muhacirler) ekonomik sisteme entegrasyonunu ve Medineli yerlilerin (ensar) sermayesinin sosyal bir tabana yayılmasını sağlamayı hedefliyordu. Bu yöntem, bireylerin birincil sadakatini kabileden (asabiyet) alıp yeni oluşturulan ve kapsayıcı bir siyasi kimliğe (ümmet) yönlendirerek siyasi kimliğin dönüşümünü temin ediyordu. Zengin ile fakir, yerli ile göçmen arasındaki potansiyel sürtüşme noktalarını minimize ederek toplumu iç manipülasyona ve dış kışkırtmalara karşı “immünize (iç ve dış manipülasyonlara karşı bağışıklık kazandırma)” ederek iç çatışmaları önlemeyi amaçlıyordu. Toplumsal barışın ancak ve ancak sosyoekonomik bölünmelerin üzerinden aşan (transcendental) bir üst kimlik ve adil bir kaynak paylaşımıyla mümkün olabileceğini tarihsel bir vaka olarak ortaya koyuyordu.

Bugünün Sudan’ı ise Medine’nin tam tersi bir yörüngede ilerlemektedir: Kimlik parçalanması, ekonomik tekel ve dış bağımlılık.

İslam tarihinin “Fitne” olarak bilinen ilk iç savaş dönemleri, “mu’âhât” ile kurulan bu ideal bütünleşmenin nasıl kırılabileceğini ve bu kırılmaların dış aktörler tarafından nasıl fırsata çevrildiğini gösteren kritik vaka analizlerdir.

Birinci Fitne (656–661) ve Bizans Faktörü

Hz. Osman’ın şehadeti sonrası başlayan meşruiyet krizi, İslam Devleti’ni bir iç savaşa sürüklemişti. Bu dönemde Müslüman orduları, Cemel ve Sıffin’de karşı karşıya gelmiş; bu iç odaklanmanın doğrudan jeopolitik bir sonucu olmuştu: İslam Devleti’nin başat jeopolitik rakibi Bizans (Doğu Roma) İmparatorluğu’na karşı yürütülen askerî operasyonlar durmuştu. Bizans, bu kaosu “stratejik bir nefes alma alanı” olarak kullanmış, gücünü konsolide etmiş ve hatta bazı sınır bölgelerinde karşı saldırılara geçmişti. Müslümanların iç enerjilerini birbirlerine karşı tüketmeleri, dış rakiplerin işini de kolaylaştırmıştı. Bizans, bu iç savaşın gölgesinde Anadolu’daki bazı topraklarını geri alırken Muaviye’nin iktidarını kurumsallaştırmasıyla ise İslam dünyası yeniden birleşme imkânı bulmuştu. Birlik sağlanınca da Bizans yeniden savunmaya çekilmiş; kaybedilen topraklar geri kazanılmıştı. Bu, İslam tarihinde birlik=güç / bölünme=zaaf denkleminin ilk net tezahürü ve iç........

© Perspektif