“Trump, MAGA’dan Gelen Çağrılara Kulak Verip İsrail’in Gündemini Reddetmeli”

JEOPOLİTİK

Hamas lideri Halid Meşal, İsrail’e karşı silahsızlanmanın dayatma yoluyla değil, ancak işgalin sona ermesiyle mümkün olabileceğini vurgulayarak “direniş, işgal altındaki bir halk için doğal bir haktır” diyor. Trump yönetimine çağrıda bulunan Meşal, ABD’nin İsrail’in gündemini değil kendi çıkarlarını merkeze alması halinde Gazze’de istikrar için bir fırsat doğabileceğini savunuyor.

HALİD MEŞAL 22 Aralık 2025

Jeremy Scahill ve Jawa Ahmad tarafından Hamas Siyasi Büro Başkanı Halid Meşal’le Drop Site News için yapılan bu kapsamlı röportaj, Gazze savaşı, silahsızlandırma tartışmaları, Filistin iç siyaseti ve ABD’nin bölgedeki rolü üzerine doğrudan ve çarpıcı değerlendirmeler içeriyor. Meşal, Trump yönetimine yönelik çağrılarından Filistin direnişinin meşruiyetine, Hamas’ın siyasi-toplumsal konumundan Arap ve İslam dünyasına yönelttiği eleştirilere kadar geniş bir çerçevede konuştu.

“SİLAH, FİLİSTİNLİLER İÇİN TALİ BİR UNSUR DEĞİLDİR”

Jeremy Scahill: Bize zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz.

Halid Meşal: Çok teşekkür ederim. Bu röportajı yapmak için gösterdiğiniz çaba ve bana ve Filistin davasını temsil edenlere böyle bir platform sağladığınız için minnettarım. İsrail’in eşi benzeri görülmemiş suçunun, bir soykırım savaşının, Yahudilerin onlarca yıl önce maruz bırakıldığı soykırım savaşının bir tekrarı olduğuna şüphe yok. Filistin halkına karşı sadece 365 kilometrekarelik küçük bir alanda en ağır ve en korkunç imha ve öldürme araçlarını kullanarak soykırım yapıyor ve soykırım savaşı yürütüyorlar. Platformunuz aracılığıyla Batı kamuoyuna sesleniyor olmaktan memnuniyet duyuyoruz. Bu sayede insanlar bizim hakkımızda söylenenleri değil, bizi duyacak ve dünyanın onlarca yıldır hakkında yanlış yönlendirildiği bu çatışmanın gerçek mahiyeti anlaşılacak. Bunun için teşekkürler.

Jeremy Scahill: Başbakan Benjamin Netanyahu geçen gün Filistin direnişinin silahsızlandırılması talepleriyle ilgili olarak sizin adınızı verdi. Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı Mike Waltz ise yakın zamanda Hamas’ın silahsızlandırılmasının ya kolay ya da zor yoldan olabileceğini söyledi. Silahsızlandırma, silahların dondurulması ve uzun vadeli ateşkes ya da diğer adıyla hudna (Arapça “ateşkes”) konusunda Filistin direnişinin şu anki tutumunu ayrıntılı olarak açıklayabilir misiniz? Netanyahu ve Trump yönetiminin talepleri karşısında şu anki pozisyonunuzu açıklayın.

Halid Meşal: Tabii ki Netanyahu adımı sanki sürprizmiş gibi ya da kışkırtma bağlamında zikretti, kışkırtıyor yani. Netanyahu gerçekten Filistin halkının öylece gelip silahlarını bırakmasını mı bekliyor? Netanyahu’nun kendi geçmişi ve selefleri olan İsrailli liderlerin tarihi katliamlarla dolu. Filistin halkı arasında İsraillilere ve işgale karşı hiç güven yok. İsrail’in tarihi katliamlar, ihanetler ve yapılan tüm anlaşmaların hiçe sayılmasıyla dolu.

Onlarla Oslo Anlaşmalarını imzalayan Yaser Arafat bile zehirlenerek öldürüldü. Oslo’yu ve barış sürecini sürdürme konusunda büyük bir açıklıkla onlarla muhatap olan Mahmud Abbas Ramallah’taki karargahında etkin bir pozisyonda bulunmaksızın ortada bırakılmış durumda. Aslında Netanyahu, [Bezalel] Smotrich ve [Itamar] Ben-Gvir şu anda Filistin Yönetimi’ni dağıtıyor ve yönetime aktarması gereken vergi gelirlerini (clearance funds) elinde tutuyor. İsrail’in tarihi boyunca Filistin’de, Lübnan’da ve Mısır’daki katliamlarından, hatta görece yakın bir dönemde, Filistin direnişinin Beyrut’tan çekilmesinin ardından [Ariel] Şaron’un Sabra ve Şatilla katliamlarından bahsetmiyorum bile.

Dolayısıyla Filistin kültüründe hem tarihsel olarak hem de bugün, İsrail’e karşı güven yoktur. İsrail suç işlemiş, hain bir düşmandır. Bu nedenle de Filistinlinin silahına sarılması son derece doğaldır. Bu silah, Filistinliler için fazladan ya da tali bir unsur değildir; işgal altında varoluşumuzla doğrudan bağlantılıdır. Bağımsız bir devlette yaşayan her halk devletinden ve ordusundan medet umar; devlet onlarındır, ordu onlarındır ve onları korumaktadır. Tüm toplumlarda vatandaşlar siyasi araçlarla devletleriyle ilişki kurar. İşgal altındaysanız, direniş doğaldır. Kim direnmemiştir ki?

Size bir hikâye anlatayım. 2007’de Başkan [Jimmy] Carter beni ziyaret etti. Kendisine saygı duyuyordum çünkü yüksek ahlaki standartlara sahip biriydi. Filistin davasını destekleyen kitaplar yazdı. Ona değer verdim, bana imzalı kitaplarından da hediye etmişti. Onunla irtibatımı sürdürdüm. Vefat ettiğinde çok üzüldüm. Derin bir insaniyet sahibi olan bu adam, 2007’de Şam’da yaşayan ailemi sordu. “Onlarla tanışmamın bir sakıncası var mı?” diye sordu. Ben de “hayır” dedim ve onlarla tanıştı. Babam gayri ihtiyari ona şöyle dedi: “Sayın Carter, bakın ben İngiliz Mandası’na karşı savaştım. Ben İngilizlerle savaştım.” Başkan Carter da gayet doğal bir şekilde cevap verdi: “Biz de İngilizlerle savaştık.”

Yani Amerikalılar bile sömürgecilerle ya da Birleşik Devletler üzerindeki sömürgecilik ve vesayet biçimleriyle savaştı. Sadece Vietnam’dan, Güney Afrika’dan, dünya halklarından ya da Küba’dan bahsetmiyorum, Batı toplumlarından da bahsediyorum. Londra’daki BBC’den biliyorsunuz, Britanyalı yetkililer [Charles] de Gaulle’ün Fransız halkının Nazilere, Hitler’in güçlerine karşı halk direnişinin fitilini ateşlemesine imkân tanıdı. Yani bu kültürün bir parçası, doğal bir şey. Buna göre, Filistinlilerin direniş göstermesi doğaldır, silahlarını ellerinde tutmaları da doğaldır. Bu çerçevenin herkes için aşikâr olması esastır.

Trump’ın planı ve ardından Güvenlik Konseyi kararı ortaya çıktığında ve Mısırlı, Katarlı ve Türk arabulucularla aramızda diyalog başladığında, temel mesele planda ve Güvenlik Konseyi kararında belirtilenleri nasıl ele alacağımız oldu. Bizim tutumumuz netti: Silahsızlanma yaklaşımına başvurmayın. Bu, bize bunu dayatmaya çalışan tarafla çatışmaya, şiddete ve karşı karşıya gelmeye yol açacaktır. Biz kimseyle çatışmak ya da karşı karşıya gelmek istemiyoruz ama zorla silahsızlandırılmayı da kabul etmeyeceğiz. Onlara şunu söyledik: Eğer sonuç almak istiyorsanız, gelin güvencelere yer veren gerçekçi bir yaklaşım geliştirelim. Bu tür birkaç teminatın ana hatlarını çizdik. İlk teminat, Hamas ve direniş güçlerinin bu silahları muhafaza edecekleri ama onları kullanmayacakları, sergilemeyecekleri ya da göstermeyecekleridir. Bilhassa Hamas’ın kararlılık ve yüksek güvenilirlik sicili göz önünde bulundurulursa, silahları kendi iradeleriyle ve büyük bir titizlikle bir kenara bırakacaklardır.

İkincisi, uluslararası istikrar gücü olarak adlandırılan kuvvet. Bu güçleri Filistin ve İsrail arasındaki sınırı ayıran unsurlar olarak kabul ediyoruz, Netanyahu’nun istediği gibi Filistinlilerle çatışmaları ve onları silahsızlandırmaları için Gazze’nin içine konuşlandırılmış güçler olarak değil. Üçüncüsü, bir hudna önerdik ve bu teklif Hamas’ın samimiyetinin ve Filistin direnişinin bu konuda ne kadar ciddi olduğunun bir kanıtıdır. Beş yıllık, yedi yıllık, on yıllık ya da üzerinde mutabık kalınan herhangi bir ateşkes. Hudna söz vermek, taahhüt etmek demektir. Son yirmi yıldaki savaşlar sırasında, bizim deyimimizle tüm sükûnet dönemleri, tüm o sınırlı hudnalar boyunca Hamas ateşkeslere bağlı kaldı. Bunları ihlal eden İsrail oldu. Dolayısıyla, bir hudna.

Dördüncü olarak, Hamas, İslami Cihad ve direniş güçleriyle iyi ilişkileri olan diğer Arap ve İslam ülkeleriyle birlikte üç arabulucunun, Filistin tarafının hem İsrail hem de Amerikan tarafına Hamas ve direnişin kararlı olduğunu taahhüt edebileceğini söyledik. Esasında asıl mesele Filistin tarafının kararlı olup olmaması değil. Sorun İsrail tarafında çünkü İsrail doğası gereği hain, onun tarihi bu. Ayrıca ölümcül silahlara sahip olan taraf da İsrail. Mesele İsrail tarafının nasıl korunacağı değil, zira İsrail işgalci. Mesele, neredeyse savunmasız olan Filistin halkının nasıl korunacağıdır. Direnişin silahları derken devletler gibi geleneksel anlamda silahlı olduğumuz anlaşılmasın. Neredeyse savunmasız bir halkız ve silahları sadece kendimizi korumak ve savunmak için mümkün olduğu ölçüde kullandık.

Bunun doğru bir yaklaşım olduğuna inanıyorum. El Cezire’ye verdiğim röportajda da ifade ettiğim gibi, pragmatik Amerikan zihniyetinin ve Başkan Trump’ın istikrarı sağlama ve Gazze’nin dünyayı endişelendiren ve insanlık vicdanını derinden yaralayan kanayan bir yara olarak kalmasını önleme konusundaki samimi kaygısının (Batı başkentleri her şeyden önce İsrail’in yaptıklarından bıkmış ve usanmış durumda) istikrar için bir fırsat yarattığına inanıyorum. Hamas gerçek güvenceler ve bağlılık kaydıyla böyle bir fırsat sunmaktadır. Yaklaşım budur- başka türlüsü pratik değildir. Bunun bizim açımızdan kabul edilemez olduğunu değil, pratik olmadığını söylemek benim için yeterlidir.

“HAMAS SADECE ASKERİ BİR ÖRGÜT DEĞİL AYNI ZAMANDA BİR DİRENİŞ HAREKETİDİR”

Jeremy Scahill: El Cezire Arapça’ya verdiğiniz son röportajı seyrettim ve George W. Bush’un 2003 işgali sırasında Irak’a “genel vali” olarak atadığı Paul Bremer’in deneyiminden bahsettiniz. Amerikalılar, Saddam Hüseyin’in Baas partisini kriminalize ettikleri Baas’tan arındırma süreci uyguladıklarında, sadece profesyonel orduyu değil, aynı zamanda sivil toplumu, hükümet bürokratlarını ve teknokratları da büyük ölçüde tasfiye ettiler. Baas’tan arındırma nedeniyle tüm sivil toplumu çökerttiler. Bana Amerikalılar eninde sonunda Hamas’ın sadece bir direniş hareketi olmadığını, aynı zamanda bir hükümet olduğunu ve sivil altyapı ve sivil güvenlik güçleri inşa ettiğinin ayırdına varabilirler gibi geliyor. Eğer Hamas’a yönelik bir Baas’tan arındırma politikası uygularlarsa ve Hamas’la bağlantılı herkesi ortadan kaldırmaya çalışırlarsa bunun güvenlik açısından sonuçları ne olur? Çünkü belki de Mısırlılar tarafından eğitilmiş bir Filistin polis gücü gönderecekleri düşünülüyor. Ancak gerçek şu ki Hamas yirmi yıldır Gazze’de güvenliği sağlıyor. Amerikalılar Gazze’de Hamas’a karşı Baas’tan arındırma yaklaşımını benimsemeye çalışırsa bunun sonuçları ne olur?

Halid Meşal: Amerikalıların açıklamalarından takip ettiğim kadarıyla, 2003 Irak işgalinden sonra Irak’ta yaptıklarıyla ilgili olarak, hatalardan birinin sadece rejimi yıkmak olmadığı yönünde bazı değerlendirmeleri oldu. Irak devletini ve Irak ordusu da dahil olmak üzere devlet kurumlarını dağıtarak kaos yarattıklarını fark ettiler. Bu da IŞİD gibi grupların ve ABD’nin korktuğu güçlerin ortaya çıkmasına ve Irak’ta ve bölgede savaşı uzatmaya zemin verdi. Bu nedenle, Başkan Trump liderliğindeki Amerikan yönetiminin nispeten yeni sayılabilecek bu hatayı tekrarlamaması gerektiğine inanıyorum. Amerika bölgede istikrar arıyorsa, işleri daha da kötüleştirmemeli ya da istikrarsızlığa neden olacak şekilde yangına körükle gitmemelidir.

Ayrıca Hamas sadece askeri bir örgüt ya da silahlı bir grup değildir; askeri boyutu olan bir direniş hareketi olmakla birlikte, aynı zamanda bir sivil toplum hareketidir. Filistin halkı içinde derin kökleri vardır ve Filistin toplumunun dokusunun bir parçasıdır. Üyeleri Filistin yaşamının her alanında yer almaktadır. Hamas yirmi yıl boyunca toplumu etkili bir şekilde yönetmiş, geçmişteki hatalardan ders çıkarmış ve deneyim kazanmıştır. Yirmi yıl boyunca istikrar da vardı. Gazze halkı Hamas Gazze’yi yönetmeden önce kanunsuzluk, başıbozuk gruplardan kaynaklı bir çeşit kaos olduğunu bilir. Hamas bu durumu oldukça etkili bir biçimde çözdü. Dolayısıyla Hamas’ın, ülkede güvenliği sağlama ve kamu güvenliğini temin etme konusunda başarılı bir geçmişi var. Bu dönem boyunca süren haksız kuşatmaya rağmen toplumu, hükümeti yönetme ve insanların ihtiyaçlarını karşılama konusunda başarılı bir tecrübeye sahiptir.

Sonuç olarak, Gazze’de Filistinli olmayan bir otorite kurmaya yönelik herhangi bir girişim, ki burada sadece yöntemden değil prensipten bahsediyorum, ilk olarak kabul edilemez, ikinci olarak da başarısız olmaya mahkumdur. Bu yüzden Bremer deneyiminin kabul edilemez olduğunu söyledim. Yüz yıl önceki Filistin tarihine baktığımızda, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra, 1920’lerin başında, İngiliz Mandası vardı. Bu manda pratikte sömürgeciydi ve 1920’ler, 1930’lar ve 1940’lardaki bir dizi Filistin isyanı bununla savaştı. Manda yönetimi adaletsizdi: sahip olmadığı hakları gasp ediyordu ve Filistin’e sızan ve 1948’de İsrail’i kuran Siyonist çeteler için bir paravan görevi görüyordu. Dolayısıyla, fiili bir perspektiften bakıldığında, Manda deneyimi ve mirası son derece olumsuzdur ve ilkesel olarak kabul edilemez. Prensip olarak manda ve vesayet kabul edilemez.

Sorduğunuz sonuçlara gelince, eğer böyle bir senaryo gerçekleşirse, kesinlikle ciddi sonuçlar doğuracaktır. Bu sadece Hamas ile değil, [Filistin] toplumu ile de bir karşı karşıya gelme olacaktır. Filistinli olmayan herhangi bir otoritenin -yani Gazze’deki yabancı otoritelerin ya da yabancı güçlerin- Filistinliler tarafından işgalci bir otorite, işgalci bir güç olarak görüleceğini söylemiştim. Filistinliler bunu kabul etmeyeceği için bu otomatik olarak bir çatışma durumu yaratacaktır. Filistinliler İsrail işgalini reddederken neden başka bir yabancı işgal biçimini kabul etsin ki? Bu kabul edilemez.

İşte bu nedenle Filistin halkının kendi kendini yöneten, kendi kararlarını veren ve [kendi işlerini] idare eden bir halk olduğunu söyledim. Ardından Hamas yolu kısaltacak bir adım attı: Yönetimden çekildi -yönetimi sadece sözde değil fiilen bıraktı- ve Filistin’deki çeşitli gruplarla diyalog kurarak teknokratik bir yönetim kurulması konusunda anlaşmaya varılması için Mısır, Katar ve Türkiye gibi arabuluculara yol verdi. Bir yıldan uzun bir süredir yaptığımız şey budur. Bu süreci geciktiren şey, Gazze ve Batı Şeria arasındaki Filistin yönetiminin birleştirilebilmesi için bu yönetimin temsil yetkisinin Ramallah’ta olacağını söylememize rağmen Ramallah’taki [Filistin] Yönetiminin bu konuda istekli olmamasıdır. Ne yazık ki bu süreç durdu. Üç hafta önce bu fikre son şekli verildi: Tamamı bağımsız teknokratlardan oluşan 40 saygın Filistinli isim önerildi ve sekiz tanesi seçildi. Asıl plan bu adımın hızlı ve etkin bir şekilde hayata geçirilmesiydi ancak herkes İsrail’in ikinci aşamada ne yapacağını ve ABD’nin İsrail’i ikinci aşamaya geçmeye zorlayıp zorlamayacağını görmeyi beklediği için bir gecikme yaşandı. Başkan Trump’ın son açıklamaları sürecin önümüzdeki yılın başlarında başlayacağına işaret ediyor ancak bu gecikmeye neden olan taraf İsrail.

Sizin ve Amerikalı izleyici ve takipçilerinizin bilgisine, ilk aşama gerekliliklerini yerine getirmemiştir. İsrail, Trump planında ve Güvenlik Konseyi kararında öngörülen yardım, barınma, çadır ve karavanların girişi, gıda ve tıbbi yardım, hastane rehabilitasyonu ve Refah geçişinin her iki yönde açılması konularındaki ilk aşamanın gerekliliklerini ya da koşullarını ihlal etmiştir. Ancak İsrail sadece geriye kalan İsrailli cesetlerden bahsediyor ki sadece bir ceset kaldı. Hamas ve Filistin direnişi her şeyi taahhüt ederken İsrail pek çoğunu [yükümlülüklerini] ihlal etti. Buna çeşitli bahanelerle işlenen cinayetler de dâhildir. Refah’taki Hamas savaşçıları meselesi bile çözülebilir bir meseleydi ve ABD bir girişimde bulundu ama Netanyahu tarafından engellendi. Trump’ın Netanyahu’yu “Neden bunu devam eden bir kriz haline getirdin?” diyerek nasıl eleştirdiğini de duyduk.

Dahası, başlangıçta İsrail’in Gazze’nin yaklaşık yüzde 53’ünü kontrol etmesine imkân tanıyan “sarı hat” şu anda Gazze Şeridi’nin yüzde 60’ına yaklaşmış durumda- [İsrail] bu hattı sürekli kaydırıyor. Yani dünyada bazıları ilk aşamanın mükemmel olduğunu ya da tam olarak uygulandığını düşünebilir ama öyle değil. Topyekûn imha anlamında savaş durmuş olsa da İsrail’in ihlalleri devam ediyor. Bu nedenle, sadece Hamas değil tüm Filistinliler olarak çağrımız, ikinci aşamaya hızla geçmeden önce İsrail’in ilk aşamadaki tüm taahhütlerinden sorumlu tutulmasıdır. Hamas birinci aşamanın gerekliliklerine bağlı olduğu gibi, tüm Filistin güçleriyle birlikte Hamas da Netanyahu’nun istediği şekilde değil, arabulucularla üzerinde mutabık kalınan biçimde, arabulucularla sağlam yaklaşımlara ulaşmak için yürütülen bu ciddi diyalog aracılığıyla ikinci aşamanın şartlarına da bağlıdır. Dediğim gibi, istikrar arayışında olan ve İsrail’in ABD’yi kışkırtmaya çalıştığı yöntemlerden ziyade sonuçlarla ilgilenen Amerikan yönetiminin ve uluslararası toplumun, arabulucularla birlikte geliştirebileceğimiz yaklaşımları anlayacağına inanıyorum.

“DEMOKRASİ, FİLİSTİN HALKININ HAKKIDIR”

Jeremy Scahill: Mahmud Abbas’ın ve Filistin Yönetimi’nin rolünü nasıl ele alacaksınız? Kendisi 90 yaşında. En son seçildiği yıl 2005’ti. Filistin Yönetimi 1994 yılında beş yıllık bir görev süresiyle kuruldu. Amerikalılar Abbas’ı da cezalandırdı. New York’taki Birleşmiş Milletler genel kuruluna katılmasını yasakladı. Aynı zamanda da onu bir tür meşruiyet nişanesi olarak kullanıp, “Bakın, Filistinliler bunu kabul ediyor” demek istiyorlar. Geçtiğimiz günlerde Abbas seçimlerle, yerel seçimlerle, ilgili bir kanun hükmünde kararname çıkardı. Buna göre Hamas seçimlere katılamayacak. Hiçbir silahlı grubu kontrol etmeyen Filistinli siyasi lider ve eski başkan adayı Dr. Mustafa Barguti bile seçimlere katılamadı. Ancak diğer direniş liderleri bana şu anda Gazze’de Filistin Yönetimi ile çalışmanın çok kötü bir seçenek olmadığını çünkü en azından Filistinli olduğunu söylediler. Ancak geçmişe bakıldığında, bu pek çok Filistinli için ikna edici bir cevap olmayabilir. Sizce Amerikalılar Filistin Yönetimi’ni ve Hamas ile diğer hareketlerin Filistin’in bağımsız devlet davasını korumak için verdiği daha geniş çaplı mücadeleyi kullanmak isterken nasıl bir yol izlenmelidir?

Halid Meşal: Öncelikle, demokrasi Filistin halkının hakkıdır. Seçimler ve Filistin siyasi sisteminin demokratik temeller üzerine inşa edilmesi Filistin halkının hakkıdır, dünyadaki hiç kimsenin lütfu değildir, birilerinden beklediğimiz bir hediye de değildir. Öte yandan, ABD ve Batılı başkentlerin bölgeyi demokratikleştirmeye yönelik sloganları ya da demokratik bir sistemi desteklemeleri halinde -ki bunu kendi ülkelerinde uyguladıklarına şüphe yok- halkların bu demokratik hakkı kullanma tercihlerine saygı duymaları gerekir. Filistin halkının bir kültürü ve siyasi etkileşim tarihi vardır. Mücadelede başarılı oldukları gibi siyasette de başarılılar. İngiliz Mandası günlerinden bu yana siyasi partiler kurmuşlardır. Kültürleri, özgür basınları, eğitim kurumları ve üniversiteleri var. Filistin halkı canlı, eğitimli ve uygarlık konusunda bilgilidir. Filistin’in kendisi, medeniyetin ve Peygamberlerin diyarıdır. Uzun bir tarihi geçmişe sahiptir. Aynı zamanda farklı bileşenleri ve dini toplulukları ile barış içinde bir arada yaşadığı bir geçmişe de sahiptir. Dolayısıyla Filistin halkı kendilerine demokrasi kültürünü öğretecek birilerine ihtiyaç........

© Perspektif