ABD Nasıl Terk Edilir?

JEOPOLİTİK

Trump’ın yeniden başkan seçilmesinin ardından yeni bir hayat arayışıyla ülkeden ayrılan Amerikalıların sayısı artıyor görünüyor. Hollanda bu arayış için bir çıkış yolu sunuyor.

ATOSSA ARAXIA ABRAHAMIAN 14 Aralık 2025

Eylül ayında kasvetli bir cumartesi günü, bir grup gezgin Hollanda’nın Haarlem kentinde, kiliseden dönüştürülmüş bir bira fabrikasında, Jopenkerk’te akşam yemeği için bir araya gelmişti. Teksas, Iowa ve Pennsylvania’dan gelen bu grup bir hafta boyunca Hollanda’yı gezecekti. Seyahat amaçları iş yapmak ya da eğlenmek değildi. ABD’den ayrılmak istedikleri için oradaydılar.

Teksas, Denton’dan gelen Debi ve Bane, asma katta uzun bir masada oturmuş, hayranlıkla mekânın vitray pencerelerini inceliyorlardı. Kalp biçimli yüzünü çevreleyen koyu renk kakülleriyle kahkahalar atıveren Debi, kırk iki yaşında bir proje yöneticisiydi. “Dürüst olmak gerekirse” diyordu Debi “bana hala buradaymışız gibi gelmiyor.”

Otuz yedi yaşındaki Bane ise, kendi hesabına çalışan bir fotoğrafçıydı. Ortopedi alanında çalışan bir cerrahının sosyal medya hesaplarını da yönetiyordu. Heavy metal dinliyor, Dungeons & Dragons gibi oynaması çok kolay olmayan masaüstü oyunlardan hoşlanıyordu. Aramızdaki konuşmaları büyük ölçüde eşine bıraktı. Debi, Bane’in oteldeyken “resmen çocuk gibi sevinçli” olduğunu söylüyor; ‘Bu adam, normalde duygularını pek belli etmez” diye ekliyordu.

Yaz boyunca, Debi ve Bane seyahatlerini ve ABD’den nihai olarak ayrılışlarını planlarken onlarla temas halindeydim. Debi, emekli olduktan sonra yurtdışında yaşamayı her zaman düşünmüş olduklarını, ancak geçen bahar bu planı öne çekmeye karar verdiklerini söylüyordu. Bane’e göre Donald Trump’ın mahkeme kararlarını açıkça yok sayması tam anlamıyla otoriterleşmenin habercisiydi ve bunun hemen ardında da taşınmaya karar vermişlerdi. Trump ikinci kez göreve geldikten sonra işlerin ciddileştiğini söyleyen Debi, “Başta durumun iyiye gideceğini ya da daha da kötüye gitmeyeceğini” umduklarını belirtiyordu.

“Ama öyle olmadı,” diye ekledi Bane, ciddileşerek.

Bu geceyi, küskün ABD vatandaşlarının yurtdışında yeni bir hayata başlamalarına yardımcı olmak üzere faaliyet gösteren G.T.F.O. Tours organize etmişti. Hollanda’daki yaşam tarzına ilişkin hızlandırılmış kursun ilk durağı bu akşam yemeğiydi. Debi ve Bane, bu turun ocak ayında kalıcı olarak buraya taşınma planı yapmalarına yardımcı olacağını umuyordu.

Masada biralar ve bir Hollanda atıştırmalığı (bitterballen) eşliğinde süren sohbet hızla siyasete kaydı. G.T.F.O.’nun müşterilerinin tamamı Trump’tan kaçmak isteyen liberallerdi. Bane ise demokratik bir sosyalist ve Debi de kendini merkezde görüyor. İki yetişkin oğlu olan Debi, asker bir ailede büyümüş ve on dokuz yaşında askere gitmiş. ABD, Kore, Irak ve Almanya’daki üslerde iletişim uzmanı olarak görev yapmış ve Afganistan’da sivil taşeron olarak çalışmış. Her ne kadar artık terörle savaş gerekçesiyle “kandırılmış” hissetse de ordu okul masraflarını karşılamasını ve ailesini geçindirmesini sağlamış. İşini seviyormuş. Asker arkadaşlarını hatırlarken “Irak’ta bile iyi vakit geçirdim” diyordu.

Debi, Denton’a taşınıp da 2012’de, bir barda Bane ile karşılaşana kadar Cumhuriyetçi Parti’ye oy vermiş. “Obama seçildiğinde Irak’ta olduğumu hatırlıyorum. Adayın kim olduğunu bile bilmiyordum” diyor. Bane’e fikrini değiştirdiği için teşekkür ediyor ama aynı zamanda içinde bulunduğu toplumunda insanların sıkıntı çektiğini görmenin sosyal güvenlik ağının önemini anlamasını sağladığını da söylüyor. “Orduda bize iyi bakıldı. Bunun ne kadar sosyalist bir şey olduğunun farkında değilsiniz. Bize ücretsiz sağlık hizmeti, ücretsiz barınma, ücretsiz yemek veriliyordu.” diye ekliyor. Debi pandeminin ardından çevresindeki eşitsizliği kabullenmekte zorlandığını söylüyor, o günleri “Nedense her şeyi düzeltmek benim omuzlarımdaymış gibi hissediyordu” diye anıyor.

İçinde bulunduğu toplulukta gönüllü olarak çalışıp bunun üstesinden gelmeyi başardıysa da bu korkularını yatıştırmaya yetmemişti. Trump’ın ikinci dönemiyle ilgili haberleri okudukça, sıradan Amerikalıların sivil haklarının ellerinden alınacağı ve sıkıyönetim altında yaşayacaklarını düşünmüştü. Bu tablo pek parlak bir gelecek vaat etmiyordu.

Enflasyon da birikim yapmayı zorlaştırmıştı. Ekonomik açıdan çiftin önü pek açık görünmüyordu. Büyük bir bankada çalışarak altı haneli rakamlar kazanıyor olsalar dahi durum zor olacakmış gibiydi. Debi ve Bane emeklilikleri konusunda da endişeliydiler. Banka hesaplarını biraz olsun doldurabilmek için kan plazması satmışlardı.

Sohbetlerimizden birinde Bane, Amerikan Rüyası’nın kendilerini “artık işlemediği açık bir sistemin parçası yapmak için anlatılan bir hikâye” olduğunu söylemişti. “Hükümetin sizi önemsediği, sizinle ilgilendiği ve sizden olduğu bir yerde yaşamak istiyorum.” diyordu.

Dört yılda bir, bir grup Amerikalı ülkeyi terk etme tehdidinde bulunur. Ülkenin terkedileceğine dair açıklamalar genellikle Kasım ayı başlarında gelir. Gidilecek ülke de Kanada olur. Yine de kitlesel bir göç gerçekleşmez. Taşınmak zordur; ülke değiştirmek daha da zordur. İşin içinde aileler, işler, evcil hayvanlar vardır. Ancak bu sefer Amerikalılar bu isteklerini hayata geçirmek için harekete geçmiş gibi. Dışişleri Bakanlığı kaç Amerikalının ülke dışına yerleştiğini yakından takip etmiyor olsa da göç konusunda çalışan avukatlar Trump’ın yeniden seçilmesinden bu yana kendilerine başvuranların sayısının arttığını söylüyor. Bir süre önce Cenevre’ye yerleşen Amerikalı Avukat Sanjay Sethi, “Duyumlarımıza göre gözle görülür bir artış var.” diyor ve “asıl özel hayatında da artık gitmeyi ya da başka bir pasaport almayı istediğini söyleyen birileriyle oldukça sık karşılaşıyor olmasını şaşırtıcı” bulduğunu söylüyor.

Göç basit bir şey değil, ancak para göç etmeye yardımcı olabilir. Dünyadaki ülkelerin en az yarısı, yatırım ya da nakit karşılığında yabancılara vize ya da hızlı vatandaşlık veriyor. Şirketi Latitude aracılığıyla insanlara bu tür programlara başvuru konusunda hizmet veren Eric Major, yatırım karşılığı vatandaşlık alma konusunda kendine başvuranların geçmişte büyük ölçüde sivil ve ekonomik özgürlüklerin kısıtlı olduğu, Rusya, Çin ve İran gibi yerlerden geldiğini söylüyor. Major gönderdiği e-postada, “Sadece B planını güvence altına almak için değil, A planını (ABD’den tamamen ayrılmak amacıyla göç etmek) uygulamaya koymak üzere başvuran Amerikalıların sayısında bir artış görüyoruz. Çok kısa bir süre önce bir NASA çalışanı (Portekiz’e taşınıyor), bir SpaceX çalışanı (Malta’ya taşınıyor) ve bir Cornell Üniversitesi profesörü (Londra’ya taşınıyor) ile anlaşma yaptık” diyor.

Fazla parası olmayan Amerikalılar içinse büyükanne ve büyükbabalar altın bir bilet olabiliyor. Geçen sonbahardan bu yana on binlerce ABD vatandaşı doğum kayıtları, evlilik belgeleri, sinagog ve kilise kayıtlarının peşine düşerek ikinci bir pasaport alma arayışına girdi. Bir tahmine göre, Amerikalıların yüzde kırkı başka bir ülke vatandaşlığı almaya uygun olabilir. Bu da olmazsa, internet fenomenleri güzel, ucuz, silahsız ve arabasız bir yaşam için başka yollar pazarlıyor: Sosyal Güvenlik ödemelerini kullanıp Portekiz’den pasif gelir vizesi almak, düzenli ‘vize turlarıyla’ Kamboçya’ya gidip gelerek Tayland yasalarının boşluklarını kullanmak ya da Arnavutluk’un cömertliğinden yararlanarak tam on iki ay vizesiz olarak Akdeniz hayatını deneyimlemek.

Sürekli çoğalan böyle içerikler genellikle bürokrasiyi, suç olaylarını ve Batılıların kendilerini yerel halkın karşılayamayacağı mekanlara kapatma eğiliminde olduğunu görmezden geliyor. Her yer Amerika’nın bugün olduğundan daha ucuz ve daha az stresli olmalı! Harris Poll isimli bir araştırma şirketinin bir süre önce yaptığı bir anket, katılımcıların neredeyse yarısının ABD’den ayrılmayı düşündüğünü, ayrılma gerekçesi olarak da siyaseti ve hayat pahalılığını gösterdiğini ortaya koyuyor. Bu yanıtlarda tarihsel bir ironi de var. Amerikalılar, güvenlik, ekonomik güvence, daha iyi imkanlar ve ailelerinin daha iyi bir geleceğe sahip olacağına dair genel hissiyat gibi göçmenlerin bir zamanlar Amerika’ya gelme gerekçeleriyle Amerika’dan göç etmeyi istiyorlar.

Amerikalılar korkuyor da. Ocak ve Kasım ayları arasında altmış yedi ABD vatandaşı (çoğu transseksüel) Hollanda’dan sığınma talebinde bulundu; geçen yıl bu sayı dokuzdu. Bu yıl henüz hiçbir başvuru onaylanmadı. Ekim ayında Rutgers Üniversitesi’nden Mark Bray adlı bir profesör, muhafazakâr Turning Point USA grubunun okuldaki kolunun işten atılması için dilekçe vermesinin ardından evinde ölüm tehditleri almaya başladı. Sonra da İspanya’ya taşındı. Antifaşizm üzerine çalışan bir akademisyen olan Bray, “Yani bu dinamikler bana tamamen yabancı değil. Ama Nietzsche’nin ‘Boşluğa yeterince uzun süre bakarsan, boşluk sana bakar’ sözünü biliyor musun? İşte hakkında yazdığım her şeyin birdenbire boşluğun içinden bana bakmaya başladığını hissettim” diyor.

Debi ve Bane’in acil durum planlaması ilk başta çılgıncaydı, Debi’nin hatırladığı kadarıyla bu planı tetikleyen “abartılı, zombi-kıyamet senaryoları” olmuştu. Pasaportlarının iptal edileceğini ya da yanlış şeyler söyledikleri için gözaltına alınacaklarını düşünmüşlerdi. Debi, özellikle Heritage Vakfı tarafından tasarlanan bir ülke planı olan Proje 2025 hakkında endişeliydi. Trump, seçim kampanyası sırasında bu muhafazakâr düşünce kuruluşuyla arasına mesafe koymuş, ancak göreve geldikten sonra açıkça Heritage Vakfı’nın önerilerini yasalaştırmaya çabalamıştı.

Rahatsız edici manşetlere rağmen hayatının her zamanki gibi devam ettiğini görünce “neden olağanüstü bir şeyin olmasını beklemek zorunda olalım?” noktasına geldiğini” söylüyor.

Debi ve Bane, Karayip yatırımcı pasaportu için yüz binlerce dolar harcamayı göze alamazdı. “Kanada’ya gidebilir miyiz?” diye düşündüler. Amerikalılar Kanada’nın onları hemen kabul edeceğini varsayıyor. Ancak çalışma veya eğitim için verilen izinlere uygun değillerdi. İspanya, Portekiz ya da İngiltere’de de bir umut ışığı bulamadılar.

Ardından, ilkbaharda Facebook’ta gezinirken Debi G.T.F.O. turlarını keşfetti. Şirketin kurucuları Jana Sanchez ve Bethany Quinn, Debi’nin Trump’ın Amerika’sıyla ilgili endişelerini dile getiren bağlantılar ve yorumlar paylaşıyor, somut tavsiyelerde bulunuyorlardı. Bir Zoom görüşmesinde Sanchez, 1956 yılında iki taraflı yatırımı teşvik etmek amacıyla imzalanan Hollanda-Amerikan Dostluk Anlaşması (DAFT) sayesinde, Bane’in işini Hollanda’da tescil ettirebileceğini, 4500 avro sermaye koyabileceğini ve Debi’yi de yanında getirebileceğini söylemişti. Birkaç ay içinde Hollanda’ya gidebilirlerdi.

Debi, on sekiz milyon nüfuslu Hollanda’ya daha önce hiç bu bakımdan düşünmemişti. Yirmili yaşlarında Amsterdam’a gitmiş, okulda da Hacıların Yeni Dünya’ya doğru yola çıkmadan önce orada yaşadıklarını öğrenmişti. Sonra Bane’le birlikte yaşadıkları evdeki büyükannesi ve büyükbabasından kalma bir çift tablonun, duvarda asılı bir kurabiye kalıbı setinin, van Gogh ve Vermeer’in tablolarının baskılarının Hollanda’ya ait olduğunu hatırladı. Debi “Antikacılığı” sevdiğini ve “Paris’te bir sokak olduğunu sandığı bu şirin küçük taş baskıyı” birkaç hafta önce içine doğmuş gibi Google Lens’e koyduğunu anlattı. Buranın Paris değil Amsterdam olmasına ve elindeki tüm parçaların Hollanda’dan olmasına şaşırdığını söyledi. Bu da en az diğerleri kadar “bir işaret” gibiydi.

Amerikalılar pazar günü Haarlem’de, otellerinin lobisinde, Güney Afrika’dan Hollanda’ya göç etmiş Daniel Pilon adında bir emlakçı ya da simsar ile buluşmak üzere toplandılar. Bu yıl Pilon’a başvuran Amerikalıların sayısı on kat artmış. Pilon bunun “siyasi durum”dan kaynaklandığını ancak kendisine başvuranların çoğunun bir ev bulamayınca vazgeçtiklerini söylüyor. Pilon’a göre ev bulmaları da zor “çünkü ciddiler ama yeterince ciddi değiller.”

Hollanda’nın şehirlerinde sürekli bir konut sıkıntısı var. Pilon, bir daire görüşmesinde her biri bir öncekinden daha yüksek maaş ve daha iyi referanslara sahip kırk kişinin olmasının alışılmadık bir durum olmadığını söylüyor. Birisi ona evi alabilecek mükemmel bir adayın nasıl olması gerektiğini sormuş. Bu sorunun yanıtı “iki yıllık iş sözleşmesiyle gelen, büyük bir şirkette çalışan bir bekar.”

DAFT vizesiyle gelen serbest meslek sahipleri dezavantajlı durumda. Ev sahipleri gelir beyanı olarak Hollandalı iş sözleşmelerini tercih ediyor ve bu nedenle Amerikalılar bazen bir yıllık kirayı peşin ödemeyi teklif ediyorlar. Sanchez Pilon’dan aylık maliyetin kaç avroya geldiğini öğrenmek istiyor ve “Ne kadarlık bir bütçe önerirsiniz?” diye soruyor.

Pilon “İki bin beş yüz” diyor.

“Sadece diğer yabancılarla mı rekabet ediyorsunuz?”

“Hollandalılarla da var. Çoğu Hollandalı üç binden fazla ödemeyecektir.”

“Hollandalılar satın alır,” diye ekliyor Sanchez. “Buradaki faiz oranları yüzde üç gibi. Eğer bir Hollanda kontratınız varsa, hayat size güzel demektir.”

Sanchez, Haarlem kanalının kıyısında, Hollandalı kocası Edwin ile bir kasaba evinde yaşıyor. Evi 2000 yılında satın almışlar. Altmış bir yaşında, ela gözleri, çilleri ve toka ile geriye doğru topladığı aslan gibi gri saçlarıyla Sanchez, abartmaya eğilimli olsa da son derece cana yakın biri. G.T.F.O.’daki rolünün “faşizmden kaçanlara yardımcı” olmak olduğunu söylüyor. Amerika’dan ayrılmayı planlamadığımı söylediğimde biraz bozulmuş görünüyor. Quinn ile birlikte bana birkaç kez “Kimse büyük büyükbabalarının Almanya’yı çok erken terk ettiğini düşünmüyor” diye hatırlatıyor.

Evindeki çalışma ofisinde masasında Amerikan direnişinin iki temel metni duruyor: Jason Stanley’nin “Faşizm Nasıl İşler (How Fascism Works)” ve Timothy Snyder’ın “Tiranlık Üzerine (On Tyranny)” adlı kitapları. Bu arada iki yazar da kısa süre önce Toronto Üniversitesi’nde çalışmak üzere Yale’den ayrıldı.

Sanchez Kaliforniya’da doğmuş, Teksas’ta büyümüştü. Büyükbabası Meksika’dan gelen göçmen bir tarım işçisiydi. Ailesinde üniversiteye giden ilk kişi Sanchez’di. Rice Üniversitesi’nden mezun oldu ve Kaliforniya’da siyasi kaynak yaratma işinde çalışmaya başladı. Hollanda ve Londra’da bir süre haber muhabirliği........

© Perspektif